Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

21 Ocak 2012 Cumartesi

Ermenistan’da Türkiye İmajı



Dr. Hatem Cabbarlı, Avrasya Güvenlik ve Strateji Araştırmalar Merkezi Başkanı                                                                                                                                                                      


Giriş
Her devletin uluslararası alanda değişik bir imaj oluşturma özelliği vardır. Bu, bütün devletler için kalıplaşmış şekilde olmayıp, başka şekillerde de ortaya çıkabilir. Bu özellik her şeyden önce, tarihi süreçte devletlerin izlediği siyasî, ekonomik ve kültürel politikayla bağlıdır. Devletlerin izledikleri bu politika dünya kamuoyunda onun imajını oluşturan başlıca göstergelerden biridir. Bu günün koşulları içerisinde basın, radyo ve televizyon herhangi bir devletin imaj oluşturma özelliğini etkilemektedir.[1]

Bu makalede yüzyıllarca Türklerle iç içe yaşamış Ermenilerin (şimdiki Ermenistan’ın) Türkiye/Türkler hakkındaki düşünceleri, tutumları ve tarihi psikolojik görüşleri incelenmiştir. Konuyu araştırırken öncelikle Ermeni tarihine değinilmiş, Ermenilerin kim oldukları, dili ve kültürü konusundan kısaca söz edilmiş ve Osmanlının son dönemlerinde devlete karşı tutumları araştırılmıştır.

1920’de Ermenistan, Bolşevik Rusya tarafından işgal edilerek SSCB’ye katıldıktan sonra Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde bir kopukluk olmuştur. Ancak Sovyetler Birliği’nin çökmesinden sonra Ermenistan Yüksek Sovyeti’nin 23 Ağustos 1990’da bağımsızlık kararı almasıyla Türk-Ermeni ilişkileri yeni bir döneme girdi. Konu ağırlıklı olarak bu dönemden sonra ele alınacak ve Ermenilerin Türkiye’yi algılayış şekli, izlediği politika ve millî görüşleri incelenecektir.

Ermeni Tarihi ve Kimliğine Kısa Bir Bakış

Ermeni toplumunun tarihi hakkında Ermeni ve yabancı tarihçiler arasında tam bir görüş birliği yoktur. Bölgede yerleşik halklar M.Ö. 516 yılında Aras Nehri bölgesini Medler’den alarak 200 yıl süreyle İran’ın bir vilâyeti olarak İran Valileri tarafından yönetilmiştir. İpsos Savaşı’ndan sonra Ermenilerin yaşadıkları bölgeler İskender’in komutanlarından Selefküs’ün eline geçmiştir. Bölge daha sonra M.Ö. 248 yılında Part hükümdarı Arsak tarafından yönetilmiştir. Saka Türklerinin Parn boyundan olan Arsak, eski Oğuz ve Türkmen soyundan gelmiştir.

Ermeni tarihinde Ermenilerin bir millet olarak M.Ö. I.-II. yüzyıllarda Dağlık Ermenistan’da yaşayan soyların birleşmesinden oluştuğu ifade edilse de bu soyların adları verilmemektedir.[2] Ermeniler, kendilerinin kadim bir millet olduklarını kanıtlamak için tarihi kaynaklardan daha çok efsane ve mitolojiye dayanmış, dil ve din faktörünü öne çıkarmıştır.

Ermeniler XI. yüzyılın ortalarına kadar evvela Kafkasya bölgesine, daha sonra Kafkasya’dan batıya ve güneye yayılmış, gelenek ve varlıklarını korumak için uğraşmış, ancak bağımsız bir millet olma olanağını elde edememiştir.[3]

Tarihlerini M.Ö. XVIII-XX. yüzyıla kadar geriye götürme kompleksi içinde olan Ermeni tarihçilerden Ayvazyan, Ermenilerin ‘4000’ yıllık tarihini yazmış, ancak nedense sadece Urartu devleti konusunda geniş bilgi vermiştir. Ermeni bilim adamları Urartu devletinin kendilerine ait olduğunu iddia etseler de birçok tanınmış tarihçi bunun aksini iddia etmektedir.[4]

XIX. yüzyılda Kafkasya’ya seyahat eden Fransız bilim adamı De Bay, Eçmiadzin Kilisesini ziyaret ederken, Ermeniler ona bazı eşyaları göstererek, Ermeni tarihi ve kültürünün kadimliğini göstermek istemiştir. Ancak Bay, eşyaların en çok 100–150 yıllık olduğunu tespit etmiş ve bu konuda görüş bildirdikten sonra Ermeni gazeteleri ona karşı hakarete varacak ifadeler kullanmaktan çekinmemiştir.[5]

Hanrish Pudor, Ermenilerin Hıristiyan olmakla beraber Sami ırkından olduğunu, en göze batan niteliklerinin burunlarının kambur, kalın ve kaba olduğunu, L. Sufer, Ermenilerin Yahudiler ile Hititlerden geldiğini, S. Valsinger, Ermeni ve Yahudiler arasında göze çarpan benzerlik olduğunu, bu benzerliğin bedensel benzerliğin yanı sıra ticarete olan yakınlıkları ile de kanıtlandığını, J. Deniker, Ermenilerin esasen karışık bir ırk olduğunu, bunlar arasında Hindu-Afgan-Asurî ve Türk ırklarından ortak noktalar olduğunu, Robart De Gais, Orta Asya ve Pamir yaylalarından gelen Aryen boyları ve Mezopotamya’dan kuzeye çıkan Sami ırkına mensup aşiretlerin karışımı olduklarını öne sürmüştür.[6]

Rus kaynağına göre Ermeniler Babil ve Yahudilerle karışık bir ırktır. Antropolojik değerlere göre onlar kısa kafataslıdır. Şantr, Erkert ve Pantyukhov’un değerlendirmelerine göre Ermeniler Dağ Yahudileri ve Asurîlere daha çok benzemektedir.[7] Bu kaynağın Ermenilere dayanarak verdiği bilgiye göre Ermenilerin bir kısmını ise asimile olmuş Çingeneler oluşturmaktadır. Kaynak, Petersburg Üniversitesi Profesörü Kerobe Patkanyan’ın, Şair Alamdaryan’ın ve Ganesoğlu’nun Ermenileşmiş Çingeneler olduğunu iddia etmektedir.[8]  

Ermeniler, kendilerinin Kafkasya’nın yerlisi olduklarını iddia etseler de ait oldukları dil grubu bakımından bunun aksi bir görüşü savunmak mümkündür. Ermeni dili Hint-Avrupa dillerinin doğu grubuna aittir. Bu sistemde Ermeni dilinin kendine has özelliği vardır. Ermeni dili M.S. IV. yüzyılın sonları ve V. yüzyılın başlarında yazı şeklini almıştır. Bazı bakımlardan Ermeni dili özellikle Hint-Avrupa dillerinden Snaskritçeye (eski Hint yazısı), Latince’ye, Yunanca’ya, eski Slavca’ya ve eski Almanca’ya yakındır.[9]
     
Osmanlının Son Dönemlerinde Ermeni Sorununun Ortaya Çıkışı

1877–1878 Osmanlı-Rus Savaşı’na kadar ‘millet-i sadıka’ olarak bilinen Ermeniler Ayastefanos Anlaşması’ndan sonra Osmanlı Devleti’nin son yıllarına kadar en çok sorun çıkaran tebaa olmuştur. Ayastefanos Antlaşması’nın imzalanacağı sırada Ermeni Patriği Nerses Varjabedyan başkanlığında toplanan Ermeni Meclisi, Rus ordusunu kendilerinin kurtarıcısı dibi kabul ederek Rus Çarı’na başvurmayı kararlaştırdı. Osmanlı ve Rusya arasında 31 Mart 1878’de yapılan barış görüşmelerinde Ermeniler tartışma konusu olmamıştı. Ancak Osmanlı Ermenileri, kendi çıkarlarının görüşmelerde gündeme taşınması için Başpiskopos tarafından görevlendirilen Rahip Kevork Vartabet Rusjukliyan ve Osmanlı murahhas heyetinde bulunan Stephan Aslanyan Paşa ve Hovannes Efendi’yi görevlendirdi.[10] Anlaşma metni hazırlandığı zaman Ruslar, Ermenilerle ilgili olan bir maddenin kabul edilmesini başardılar. Buna göre, Ayastefanos Anlaşması’nın 16. maddesi gereğince Osmanlı, Ermenilerin can ve mal güvenliğini korumayı taahhüt etti.

Ayastefanos Anlaşması’nın şartları İngiltere’nin çıkarlarına ters düştüğü için Osmanlı ile görüşerek Rusya’ya karşı savunacağını bildirdi ve yeni barış konferansının toplanmasını teklif etti. Büyük devletlerin görüşmesinden sonra konferansın Berlin’de toplanmasına karar verildi. Berlin Konferansı’nın kararlarında Ermeni meselesi 61. maddede ele alındı. Daha Berlin Konferansı başlamadan önce Ermeniler Hrimyan Mkrtiç-Ayrik, Horen Harbey ve Minas Çeraz Papazyan’ı temsilci olarak Berlin’e gönderdi. Temsilciler Berlin’e gitmeden önce yapılan bir toplantıda Ermeniler, Hrimyan’dan Ermenice’den başka bir dil bilmediğini ve konferansta hangi dilde konuşacağını sordukta, ‘Ben gözyaşları dilinde konuşacağım’ diye cevap vermişti.[11]

Berlin Konferansı’ndan Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına kadar büyük devletler İstanbul’daki elçilikleri vasıtası ile Ermeniler lehindeki talep ve zorlamalarını aralıksız olarak sürdürdüler.

Birinci Dünya Savaşı’nın başlamasıyla, Osmanlı ülkeyi savunmak için 2 Ağustos 1914’te seferberlik ilân ederek, meşrutiyet anayasasına göre askere alınmaları mümkün hâle gelmiş azınlıklar-Ermeniler dahil-vatandaşları silah altına çağırdı. Patrikhane ve Ermeni komiteleri seferberlik çağrısına bir yandan şeklen olumlu tavır takınırken, bir yandan da teşkilatlarına, düşmanın ilerlemesi hâlinde hizmete hazır olmak üzere çeteler teşkilini, askere alınanların silahları ile birlikte bu çetelere katılmalarını tebliğ etmeye başladı.

Ermenilerin Kafkasya cephesinde Rus orduları ile işbirliği yaparak Osmanlıya karşı savaşması, ulaşım ve haberleşme yollarını kapatması Osmanlı ordusunu güç duruma düşürdü. Bu durum karşısında Başkumandanlık cephe bölgesinde Ruslarla işbirliği içinde bulunan Ermenilerin başka bölgelere göç ettirilmesi için 25 Şubat 1915 ve 26 Mayıs 1915 tarihili kararları kabul etti.[12] Sonradan bu kararlar Ermeniler tarafından dünya kamuoyuna soykırım belgesi olarak tanıtılmaya başlandı ve bugüne kadar da bunun propagandası yapılmaktadır. 1920’de Ermenistan Cumhuriyeti’nin Bolşevikler tarafından işgal edilmesinden ve 1923’te Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Ermenilerin sözde soykırım propagandası 1960’lı yıllara kadar bir kesintiye uğramış, ancak 1965’te Ermenistan’ın resmi olarak anma törenleri düzenlemesinin ardından ‘soykırım’ propagandası yeniden canlılık kazanmıştır.

Tarihi Süreçte Ermenilerin Kimlik Psikolojisi


Ermeniler ‘Ben kimim?’ sorusunu yanıtlarken kendi geçmişlerini Nuh Peygamber’e kadar dayatmakta, Hıristiyanlığı ilk kabul eden topluluk olarak övünmekte,[13] kendi tarihlerini inanılmaz derecede abartarak, dünya medeniyetini-yazıyı, astrolojiyi, bakır ve demir madenciliğini kendilerinin keşfettiğini ve dünyada insan hayatının Gökçe Gölü sahilinden başladığını iddia etmektedir.[14] Ermenilerin kimlik psikolojisini incelemek için Ermeni tarihindeki gelişmeleri ele almakta yarar vardır. Ermeniler, yüzyıllar boyunca tebaa psikolojisini yaşamış bir millettir. Ermeniler, XI. yüzyılda Kilikya Baronluğu’nu kurmuş,  bu baronluğun çöküşünden XX. yüzyılın başlarına kadar bağımsız bir devletleri olmamış ve Kilikya Baronluğu’nu tarihini inanılmaz derecede abartmıştır.[15] Ermeniler tarihlerini olduğu gibi değil, görmek istedikleri gibi yazmış ve bunun propagandasını yapmıştır. Yaşadıkları coğrafyada Bizans, Roma, Pers, Arap, Selçuk ve Osmanlı gibi büyük imparatorluk ve devlet kurmuş milletlerin çevresinde kendilerini zayıf ve başarısız olarak gören Ermeniler 700 yıllık kompleksten kurtulabilmek için kendilerini yüce ve büyük millet olduklarına inandırmaya çalışmıştır.[16] Hay Tad ideologlarından olan ve aşırı milliyetçi görüşleri ile tanınan yazar Zori Balayan, Erivan’ın (Ermenice Yerevan) 2702 yıl bundan önce inşa edildiğini ifade etmektedir. Balayan’a göre Erivan, Roma ve Babil kadar antik bir kenttir.[17]

Erivan (Yerevan) toponimini açıklamaya çalışan Balayan, birbiri ile çelişkili iki iddia ileri sürmektedir. ‘...Efsaneye göre Nuh Peygamber tufandan sonra ilk gördüğü bir kara parçasına ‘Erevume’-‘Gözüküyor’ diye bağırmış ve bu kara parçasının adı Yerevan olarak kalmıştır’.[18] (Balayan, aynı zamanda satır arasında Nuh Peygamberin Ermeni olduğunu (!) söylemektedir). Hemen sonra ise ‘Menua’nın oğlu Çar Arguşti bu kaleyi inşa etti ve buraya Erebuni adını verdi’ diye yazmaktadır.[19] Balayan, kendisini Ermeni tarihini övmeye o kadar kaptırmış ki bazen büyük gaf yaptığının farkına varmıyor. Örneğin, Erivan hakkında bilgi verirken önceki iddialarının tam tersine ‘Buranın (Erivan’ın) sakinleri göçmenlerdir.  Gerçek Erivan’lı yoktur.’[20] ifadesini kullanmıştır.

XVIII. yüzyılda Avrupa’da başlayan Rönesans ve Reform hareketleri Osmanlı’da yaşayan gayri Müslimlerin de ayrımcılık faaliyetlerinin başlamasına neden oldu.[21] XIX. yüzyılın ikinci yarısından itibaren özellikle Osmanlı’da yaşayan ve ticaretle uğraşan Ermenilerin zenginleşmesi Ermeni millî burjuvasının temelini oluşturmaya başladı. Bu, aynı zamanda Ermenilerin millî düşüncelerinin gelişmesine yardımcı oldu. Özellikle Birinci Dünya Savaşı yıllarında bağımsız devlet kurma fırsatı kollayan Ermeniler Batı devletlerinin desteği ile isyan çıkararak Osmanlı’yı zor duruma düşürdüler.
XX. yüzyılın başlarından itibaren ayrımcılık faaliyetlerinde bulunan Ermeniler, Osmanlı’nın 1915 yılında Ermenilerin Ruslarla işbirliğinin karşısını almak amacıyla kabul ettiği tehcir kararını fırsat bilerek sözde soykırım propagandasına başladılar. Ermenilerin, özellikle de Ermeni diasporasının sözde soykırım propagandası faaliyetlerini değerlendirirken, milli kimliğini, gelenek ve göreneklerini koruma içgüdüsünden çok, duygu sömürüsü yaparak Avrupa ve Amerika’da daha rahat bir hayat yaşaması için mağdurluk izlenimi bıraktıklarını söylemek mümkündür. Özellikle İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra insan hakları kavramının ulus devletler ve uluslararası kamuoyunda yer edinmesinden bugüne kadar Ermeniler bundan fazlasıyla yararlanmıştır. Araştırmacı psikyatrist yazar Erol Göka ise diapora Ermenilerinin psikolojik durumunu şöyle ifade etmiştir. ‘...Diaspora Ermenileri için, yaşadıkları zengin Batı ülkesinin kimliğine sarılmak dışında, bir ulusal kimlik şansı hiç yoktur ama grup (cemaat) kimlikleri açısından Türk düşmanlığı ve intikam duyguları kurucu bir işleve sahip olabilir. Grup kimliğine sahip olmanın ve mağduriyet psikolojisinin avantajlarını Türk düşmanlığı sayesinde yaşayabilirler...’[22]

Ermenistan’da yaşayan Ermeniler ise kısa da olsa bir bağımsızlık dönemi (1918–1920) yaşamış, daha sonra ise Bolşevik Rusya tarafından işgal edilmiş ve 1991’de tekrar bağımsızlığına kavuşmuştur. 1965’e kadar Ermenistan’da soykırım konusu fazla gündeme taşınmasa da tamamen unutulmamıştır. Özellikle 1965’te sözde Ermeni soykırımının 50. yıldönümü anma törenlerine izin verilmesinden sonra Ermenistan kamuoyunda Türk düşmanlığı psikolojisi yer edinmeye başladı.[23]

Ermeniler hiçbir zaman bugünkü Ermenistan sınırlarında toplu halde yaşamamıştır. XIX. yüzyılın sonu XX. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı ve İran’dan göç eden Ermeniler Kafkasya’daki Müslüman Türk nüfusu sıkıştırmaya başladı. Özellikle 1918–1920 Ermenistan Cumhuriyeti Erivan, Zengibasar, Vedi, Gümrü, Gökçe’de yaşayan Azerbaycan Türklerini göçe mecbur etti. 1918’de Ermenistan Cumhuriyeti ilân edildiğinde toplam nüfusun %50’sini Ermeniler oluştururken bugün nüfus oranı %98 olarak Ermenilerin lehine değişmiştir.[24] 1948–1953 yılları arasında Ermenistan’dan 144.654 Azerbaycan Türkü Azerbaycan’a göç ettirildi ve yurtdışında yaşayan Ermeniler bu bölgelere yerleştirildi.[25] Disporada yaşayan Ermenilerin Ermenistan’a göç ettirilmesi politikasına 1930’lu yıllarda başlandı. Buna göre, Ermenistan’da yaşayan Azerbaycan Türklerini göç ettirerek Ermenilerin sayısı arttırılacak ve daha sonra Ermenistan topraklarının yetersizliği konusu gündeme taşınacak ve Doğu Anadolu’nun Ermenistan’a verilmesi talep edilecekti.[26]

Bugün dünyadaki Ermeni nüfusunun (7,5 milyon) 2/3’sinden fazlası Ermenistan dışında bulunmaktadır. Bazı istatistiklere göre Ermenistan’da en fazla 1.200.000, Rusya’da bir milyon civarında, Gürcistan’da 397.000, ABD’de 1.100 000, Fransa’da 300.000, İran’da 200.000, Suriye’de 180.000, Türkiye’de 70.000 ve Lübnan’da 170.000 Ermeni yaşamaktadır.[27] Yüzyıllar boyunca bağımsız devlet kurma hayalleri ile yaşamış Ermenilerin bugün ilk fırsatta Ermenistan’dan göç etmesinin nedenlerini ekonomik sorunların yanı sıra yurt dışında yaşama bilinci ile açıklamak mümkündür.
Ermenilerin milli kimliklerinin ve değerlerinin korunmasında Ermeni kilisesinin faaliyeti büyük önem taşımaktadır. XI. yüzyıla kadar Ermenistan Katogikosluğu unvanına sahip olan kilise, Ermenilerin Orta Doğu ve Kafkasya’ya göç etmesinden sonra bu ünvanı değil, etnik grubu ifade eden Ermeni Katogikosluğu adını aldı. Devlet kurumuna sahip olmayan Ermeniler kiliseye bir anlamda devlet statüsü vermiş ve kararlarını kabul etmiştir.[28] Ünlü Rus yazarı Veliçko, İstanbul ve Eçmiadzin Katogikosluğu’nu devlet içinde ‘teokratik devlet’ olarak tanımlamıştır.[29]

Rusya’da yaşayan Ermeni Piskoposu İosif, 1799’da yayımlanan ‘Ermeni Kilisesinin Hıristiyan Mezhebi’ adlı kitabında Rus Kilisesinin desteğini almak için monofizit görüşlerini gizlemeye çalışmıştır. Anianskiy ise 1900’de yayımlanan ‘Ermeni Kilisesinin Tarihi’ adlı çalışmasında Ermenilerin monofizit görüşlerini yaklaşık 200 yıl gizleyebildiklerini ifade ederek, Ermeni Hıristiyan mezhebinin gerçeklerini açıklamıştır.[30] Ermeni kilisesinin Gregoryen mezhebini benimsemesi ve bu nedenle Hıristiyan dünyası tarafından dışlanması Ermenilerin din ve milliyetçilik duygularını kenetlemiştir.[31]

Ermenilerin milli kimliklerinin koruyabilmesinin nedenlerinden biri de yaşadıkları ülkelerde koloniler kurmaları ve genellikle bu koloni dışına çıkmamaları ile açıklamak mümkündür. Bu konuda bir başka etken de Ermenilerin yaşadıkları ülkelerde kendilerine tanınmış ayrıcalıklar olmuştur. Örneğin Ermeni cemaati Ukrayna’yı yöneten Letonya Prensliği’nden ekonomik ve sosyal ayrıcalık hakları almaları sayesinde kendi milli kimliklerini koruyabilmiş,[32] Polonya’da ise Ermenilere verilen haklar geri alındığı için XVIII. yüzyıldan sonra Katolikler tarafından kısa bir zamanda asimle edilmiştir.[33]

Ermenistan’da Türkiye/Türk İmajını Etkileyen Faktörler      

Ermenistan’da Türkiye/Türk imajını etkileyen faktörleri aşağıdaki alt başlıklar olarak gösterebiliriz. 1) Tarihsel olgu, 2) 1918–1920 Birinci Ermenistan Cumhuriyeti’nin Osmanlı ile ilişkileri, 3) 1920–1964 yıllarında propaganda faaliyetleri, 4) 1965-1990 yıllarında propaganda faaliyetleri ve 5) Bağımsızlık sonrası Ermenistan - Türkiye ilişkileri (1990 - 2002).
1) Tarihsel olgu. Ermeni kamuoyunda Türklere karşı tarihi bir düşmanlık duygusu yüzyıllar boyunca var olmuştur. Ermeni tarihinin ‘babası’ olarak tanınan Movses Horenatsi ‘Ermeni Tarihi’ isimli kitabında yazdığına göre Türkler göçebe hayatı yaşadığından Ermeni Tanrısı onlara Ağrı Dağı'nın eteklerinde yaşama hakkı (!) verdi. Horenatsi başka bir kaynakta şöyle demektedir: ‘Her Türkü doğduğu anda ölüme mahkûm edin. Onlara doğulma şansı vermeyin. Çünkü doğulmuş her Türk fesada sebep olur ve bize facia getirir’[34]. Özellikle 1054’te Selçukların,[35] 1512’de ise Osmanlının tebaası olduktan sonra Ermenilerin bilincinde Türk düşmanlığı yer edinmeye başladı. Ermeni tarihçilere göre Ermenistan’ın bölünmesindeki en önemli nedenlerden biri de Osmanlı ve Safeviler arasındaki savaşlar olmuştur.[36]

 2) 1918–1920 Birinci Ermenistan Cumhuriyeti’nin Osmanlı ile ilişkileri. Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı ordusunun Kafkasya’ya girerek, Taşnak silahlı birliklerini mağlup etmesi bugün de Ermenilerin bilincinde yaşamaktadır. Birinci Ermenistan Cumhuriyeti konusunda araştırma yapan Ermeni yazarlar Taşnak hükümetinin başarısızlıklarının nedenlerini Osmanlının ‘emperyalist’ politikası ile açıklamaya çalışmıştır.[37] Osmanlı ile savaş durumunda olan, Gürcistan ve Azerbaycan ile sınır sorunlarının devam ettiği ve Sovyet Rusya tarafından işgal edilmesi tehlikesi ile karşı karşıya kalan ve toplam 9.000 km²’lik bir alana sahip olan Ermenistan’ın, 29 Kasım 1920’de Osmanlı ile yapılan barış görüşmelerinde 3 milyon insanın yaşadığı 100 bin km²’lik bir alanı kapsayan Van, Malazgirt ve Rize’nin kendilerine verilmesini talep etmesinin denizden denize Ermenistan projesinin bir parçası olduğunu söyleyebiliriz.[38]

3)1920 -1964 yıllarında propaganda faaliyetleri. Sovyetler Birliği zamanında Ermeniler 1960’lı yılların ortalarına kadar Türkiye aleyhinde ciddi propaganda yapma fırsatı bulamamıştır. Ancak Haziran 1945’te Eçmiadzin Katogikosluğu seçimleri nedeniyle dünya Ermeni kuruluşlarının ileri gelenleri Eçmiadzine toplanarak amaçları dışında siyasi karar almış Kars ve Ardahan’ın Sovyetler Birliği tarafından ilhak edilmesini talep etmiştir. Ermeniler bu taleplerini Temmuz 1945’de Potsdam Konferansı’na da iletmiş, ancak sonuç alamamışlardı.[39]  1960’lı yılların başlarında Udjan köyünde Antranik’in anıtının açılmasına hükümetin sessiz kalmasından sonra propaganda faaliyetleri daha da genişledi.  Bu dönemi, bir sonraki dönem için sözde soykırım propagandasının altyapısının hazırlandığı dönem olarak da tanımlamak mümkündür.

1950’li yıllara kadar Ermenistan’da Türkiyat araştırmaları merkezi olmamıştır. Ancak 1954’te Ermenistan Bilimler Akademisi Tarih Enstitüsünde Şarkiyat Kürsüsü açılmış daha sonra bağımsız bir bilim dalı olmuş ve 1971’de Şarkiyat Enstitüsüne dönüştürülmüştür. İleriki yıllarda ise Şarkiyat Enstitüsünde Türkoloji bölümü genişletilmiş ve enstitünün önde gelen bölümlerinden biri olmuş, Türkiye’deki siyasî, sosyal, ekonomik gelişmeleri araştırmış, coğrafyası, toplumsal yapısı, tarihi ve kültürü üzerine araştırmalar yapmış, makale ve kitaplar yayımlamıştır.[40]

4)1965-1990 yıllarında propaganda faaliyetleri. 1965’ten itibaren Ermenistan’ın resmen 24 Nisan sözde Ermeni soykırımını anma törenleri düzenlemesi Ermeni kamuoyunda Türk düşmanlığının yeni bir dalgasını başlattı. 1965’e kadar sözde soykırım sınırlı sayıda akademisyenler ve toplumun bazı kesimlerinde tartışıyorken, bu tarihten itibaren resmi devlet politikasına dönüştü. Sözde soykırım kurbanlarının anısına büyük bir anıt dikildi, her yıl 24 Nisanda bu anıtı ziyaret ederek çiçek koymak ve mum yakmak gelenek haline geldi. Soykırım konusu Ermeni toplumsal hayatının bir parçası oldu. Propaganda faaliyetleri güçlendi; yüzlerce kitap, makale yayınlandı ve Erivan’da ‘soykırım’ müzesi açıldı.
5) Bağımsızlık sonrası Ermenistan-Türkiye ilişkileri (1990-2002). Sovyetler Birliği’nin çökmesi sonucu bağımsızlığına kavuşan Ermenistan’ın karşılaştığı ekonomik ve sosyal sorunları göz önüne alarak en yakın ve güçlü komşusu Türkiye ile normal siyasi ve ekonomik ilişkiler kurması beklenirken 23 Eylül 1990’da kabul ettiği ‘Bağımsızlık Deklarasyonu’nun 11. maddesinde ‘Ermenistan Cumhuriyeti 1915’te Osmanlı Türkiye’si ve Batı Ermenistan’da Ermenilere karşı yapılan soykırımın uluslararası alanda tanınmasını desteklemektedir’[41] ifadesi kullanılmıştır.
      
Ermeni Kaynaklarında Türkiye/Türk Düşmanlığı

Yaklaşık 70 yıldan sonra Ermenistan ikinci defa bağımsız olma şansını yakaladı. 1980’li yılların sonlarında Sovyetler Birliği’nin dağılma sürecinin başlaması birlik devletlerinde milliyetçilik ve bağımsızlık hareketini güçlendirdi. Özellikle 1988’de Ermenistan’da yaşayan Azerbaycan Türklerini ve Müslüman Kürtleri zorla göç ettirdikten sonra Ermeni kamuoyunda özgüven duygusu şekillenmeye başladı. Hay Tad ideologlarından olan Silva Kaputikyan ve Zori Balayan’ın yazdıkları kitaplarda ve meydanlarda yaptıkları konuşmalarında başlıca konu Türk düşmanlığı ve denizden denize Ermenistan olmuştur. Kaputikyan, 1988’de Erivan’da düzenlenen mitingde yaptığı konuşmada Türk düşmanlığını ‘....IV. yüzyıldan itibaren Türklerin zulmüne katlanıyoruz. Daha ne kadar sabredeceğiz’ şeklinde dile getirmiştir. Kaputikyan’ın Türklere karşı kin ve nefreti Ermenistan’ın bağımsızlık sürecinde ortaya çıkmamıştır. 1950’li yıllarda Moskova’da yapılan bir toplantıda Nazım Hikmet Kaputikyan’la görüşmek isterken, Kaputikyan onu kabaca iterek ‘...İlk önce topraklarımızı verin! Bizim topraklarımızı! Sonra kucaklaşırız!’ diyerek toplantıda Nazım’ı zor duruma düşürmüştür.[42] Kaputikyan, Kervan Henüz Yoldadır, Haritanın ve Kalbin Enlemleri adlı kitaplarında da Ermeni toplumunun kadimliğinden bahsetmiş, Türklerin Ermenilerin en büyük düşmanı olduğunu, bağımsızlıklarını kazanmak için yüzyıllardır Türklere karşı mücadele verdiklerini ve tarihi haksızlığı gidererek ‘Büyük Ermenistan’ sınırlarını çizeceklerini söylemektedir.[43]

Kaputikyan, Zamanın Başlangıcı adlı kitabında ise Ermenilere nasihat olarak şöyle demektedir: ‘Hayk bilmelidir ki Ermeni ailesinde doğan bir Ermeni sadece kendi hayatını yaşamak için doğmamıştır, o Ermeni milleti için yaşamalı ve çalışmalıdır. Bunun için yeni doğan bir Ermeni bebeğinin kulağına – ‘Eyyyy... Aram! Türkler senin düşmanındır!-demek gerekiyor ki düşmanının kim olduğunu tanısın’[44]

Ermeni aydınları ve kamuoyunda Ermenistan’ın Türkiye tarafından batı ve doğu Ermenistan olarak ikiye bölünmesi hükmü kabul edilmiştir. Ermeni aydınlar bu hükmün propagandasını yapar veya yapmaz bu başka bir konu. Ancak kesinlikle Ermeni ‘soykırımını’ ve bölünmüş Ermenistan hükmünün yanlış olduğunu savunamaz. Türk kamuoyunun yakından tanıdığı, Türkiye-Ermenistan arasında diplomatik ve ekonomik ilişkilerinin kurulması için yoğun çaba harcayan, bir dönem Ermenistan’ın ilk cumhurbaşkanı Levon Ter- Petrosyan’ın Güvenlik Konseyi Sekreteri görevini üstlenen Gerard Libaridyan da ‘soykırım’ ve ‘bölünmüş Ermenistan’ hükmünü kabul etmekte, ancak bu hükümlerin Ermenistan dış politikasını yönlendiren bir faktör olmasına karşı çıkmıştır.[45] Libaridyan’ın bu tutumu radikal Ermeni grupları tarafından ciddî olarak eleştirildi. Özellikle aşırı milliyetçi görüşleri ile tanınan Taşnaksutyun Partisi (Ermeni Devrimci Federasyonu) Türkiye ve Türklere karşı önyargılı davranmakta, ASALA ve başka Ermeni terör teşkilatlarının Türklere karşı yaptıkları terör eylemlerini desteklemekte ve teröristleri birer halk kahramanı olarak kabul etmektedir.[46]

Ermeniler tarafından çağdaş Ermeni edebiyatının önde gelen temsilcilerinden biri olarak kabul edilen Balayan’ın Oçag (Ocak), Rasplata (Ceza) Doroga (Yol) kitaplarında Türk düşmanlığı konu edilmiş, Türkler katil, barbar ve vahşi olarak gösterilmiştir.[47] Balayan, İkinci Dünya Savaşı’nda Almanlara esir düşen bir Ermeninin hatıralarını şu şekilde anlatmaktadır: ‘Bana işkence eden Alman askeri sanki zevk alıyordu. O zaman ben Almanların –hocalarının - Ermenilere soykırım yapmış Türklerin yaptıkları işkenceleri aynen tekrar ettiklerini düşündüm. Türkler de 1915’te bizim dedelerimize aynı işkenceleri yapmışlardı’. Birçok Ermeni yazar gibi Balayan da dünyada sadece Ermenilerin yakalanmış olduğu bir hastalıktan bahsetmektedir. Hatta doktorlar bu hastalığa teşhis koyamıyor. Bu, ‘soykırıma’ uğramış Ermenilerin hastalığıdır. Bu hastalığın tedavisi için Türkler ‘soykırım’ yaptığını kabul etmeli ve Ermeni halkından özür dilemelidir. Başka bir tedavi alternatifi yoktur.[48]

Ermeni yazarlar sadece Ermenistan’da değil, aynı zamanda Sovyetler Birliği’nde de Türklere karşı ciddi ve sürekli propaganda faaliyetlerinde bulunmuştur. Ermeni tarihçi M. G. Nersisyan SSCB Bilimler Akademisi ve Kafkasya Cumhuriyetleri Bilimler Akademilerinin 1954’te yapılan ortak toplantısında yaptığı bir konuşmada Türkiye’yi suçlamış, Kafkasya’da ve Orta Asya’da yaşayan Müslüman halkları-Azerbaycanlıları, Kazakları, Türkmenleri, Kırgızları ve Özbekleri Türk halkları olarak tanımlayan bilim adamları Şemsettin Günaltay, Hikmet Bayar ve Zeki Velidi Togan’ı Turancılıkla suçlamıştır[49]

‘Bölünmüş Ermenistan’, ‘soykırım’ ve Türk düşmanlığı Ermeni milliyetçiliğinin temel öğesi ve birleştirici unsuru olarak bütün tarih kitaplarında yer almıştır. Ermenistan tarihi hakkında yazılmış kitaplara dikkat ettiğimiz zaman Ermenistan’ın Batı ve Doğu Ermenistan olarak ayrı ayrı araştırıldığını görmekteyiz. Tarihçi Vardan Parsamyan da bu geleneği devam ettirerek İstoriya Armyanskogo Naroda (Ermeni Halkı Tarihi) adlı kitabında Erzurum, Kars, Erzincan, Iğdır, Van, Muş ve Rize’yi Batı Ermenistan olarak telakki etmiştir.[50] Ermenistan’da yayımlanan kitapların konusu ne olursa olsun mutlaka ‘Büyük katliamdan’ (mets yegerni) ve ‘soykırımdan’ (çeğaspanutyundan) kısa da olsa bahsedilmektedir. Rusça yayımlanmış ‘Ermeni Dilinin Kısa Kursu’ dilbilgisi kitabını yazan Ararat Garibyan ve Culyetta Garibyan Türk düşmanlığını dilbilgisi kitaplarına kadar indirgemiş ve Türkleri soykırım yapmakla suçlamıştır.[51] Tarih ve edebiyat dalında araştırma yapan Ermenilerin yaptıkları soykırım propagandasını anlamak mümkün olabilir, ancak bir gramer kitabında da ‘soykırımdan’ bahsedilmesi ucuz propaganda malzemesinden başka bir şey değildir. Maalesef Ermeni aydınları ve bilim adamları bir türlü kendilerini bu işin dışında tutmayı başaramamaktadır.

Ermeniler sporu da Türk düşmanlığı ve ‘Büyük Ermenistan’ın’ propaganda malzemesi olarak kullanma başarısını elde etmişlerdir. Anadolu’ya olan tarihi özlemlerini gidermek için kurdukları futbol takımlarına Türkiye’de bulunan dağ, ada, bölge ve şehirlerin adlarını vermişler. Bugün Ermenistan’da Araks Ararat (Aras Ağrı Dağı), Kilikia 1992, Pyunik Kilikya, Van, Malatya, Aktamar (Aktamar Adasında bulunan Ermeni Kilisesinin adı Van), Alaşkart (Eleşkirt Ağrı’nın ilçesi), Arapkir (Arapkir Malatya’nın ilçesi) isimli futbol takımları vardır.[52] Bunlar tesadüf değil ve Ermenilerin bilinçli bir şekilde yaptıkları propagandanın sonuçlarıdır. Futbolun çok yaygın olan bir spor dalı olduğunu göz önünde bulundurursak Ermeni gençleri üzerinde nasıl bir etki yaptığını tahmin etmek mümkündür. 

Ermeni aydınları, siyasileri ve kamuoyunun zihninde Türk düşmanlığı o kadar abartılmıştır ki her iki taraftan sivil insanların bir araya gelerek sorunları tartışmasını bile kabullenememektedirler. Türkiye-Ermenistan arasındaki sorunları çözmek amacıyla 2001’de kurulmuş Uzlaştırma Komisyonu çalışmalarına başladıktan hemen sonra Ermeniler tarafından ciddi bir şekilde eleştirilmeye başlandı. Özellikle Ermeni diasporası komisyonda eşit temsil edilmediklerini ve herhangi bir anlaşmaya varıldığı taktirde, diasporayı parçalayacağını öne sürerek Komisyon çalışmalarına itiraz ettiler.[53] Konuyla ilgili görüşlerini açıklayan hükümet ve sivil toplum kuruluşları temsilcileri yaptıkları açıklamalarda prensip itibariyle görüşmelere karşı olmadıklarını ancak görüşmelere başlamadan önce Türk temsilcilerin soykırımı kabul etmeleri gerektiğini ve bu konunun tartışılmasının söz konusu olmamasının altı çizilmiştir. Ermenilerin, özellikle diaspora Ermenilerinin ciddi baskıları sonucunda Ermeni temsilciler Komisyondan ayrıldı.

1990’lı yıllardan başlayarak Ermeni basınında bazı radikal gruplar tarafından Türkiye’nin Ermenistan’a yapacağı saldırının planlarını ‘ele geçirdiklerini’ veya ‘güvenilir’ kaynaklardan edindikleri bilgilere göre Türk ordusunun Metsamor Nükleer Elektrik Santrali’ni bombalayacağı konusunda haberler vererek kamuoyunu kandırmakta ve böylece Türk düşmanlığının gündemde kalmasına çalıştıklarını görmekteyiz.[54] Özellikle Ekim 2002 tarihinde Ermeni basını 1993–1994 yıllarında Yunanistan’ın Erivan Büyükelçiliği görevinde bulunmuş Leonidis Krizantopulos’un verdiği bilgilere dayanarak 1993’te Türkiye’nin Ermenistan’a saldırmayı planladığını iddia etmiştir. Noyan Tapan Haber Ajansı’nın muhabiri dönemin Savunma Bakanı Eduard Simonyan’la görüşerek bu konuda bilgi almış, Simonyan da haberi doğrulamış, Türkiye’nin Ermenistan için her zaman büyük tehdit oluşturduğunu ve Ermenistan’ın bu tehdide karşı koyabilecek bir güce sahip olması gerektiğini özellikle vurgulamıştır.[55]

‘Batı Ermenistan’ da kalmış ‘ata’ toprakları ve Ağrı Dağı, Ermenilerin ruhunu sarsan, gözlerinin önünde olup da kendilerinin olmayan, elini uzatacak kadar yakın olan ancak dokunamadıkları için yıllardır hasret ve acı çeken bir milletin-Ermenilerin sembolü olmuştur. 1999’da Ermenistan’dan bir grup dağcı Ağrı Dağı’na tırmanmak için Türkiye sınırını geçerken buraları ata toprakları olarak tanımlamış, gümrük memurlarından nefretle bahsederek onları kaba ve kültürsüz olarak tanımlamıştır. [56]

Ağrı Dağı’nın Ermeni milletinin anası olduğunu ve evlatlarının yüzyıllardır analarından ayrı kaldıklarını ve bunun en büyük nedenlerinden birinin de Türkler olduğunu, Ermenileri ata topraklarından kopararak küçük bir bölgeye sıkıştırmış Türkleri hiçbir zaman affetmeyeceklerini ve mutlaka dedelerinin intikamını alacaklarını bildirmeleri Türk düşmanlığını unutmadıklarını göstermektedir.

1998 cumhurbaşkanlığı seçimlerini Robert Koçaryan kazandıktan sonra Ermenistan yurtiçi ve yurtdışında sözde soykırım propagandasına başladı ve başarılı oldu. Koçaryan cumhurbaşkanı seçildikten sonra 1999 ve 2002’de olmak üzere iki diaspora konferansı düzenledi.[57] Bu konferansları düzenlemekte başlıca amaç ise diaspora Ermenilerinin faaliyet alanlarını belirleyerek koordine etmek, zengin diaspora Ermenilerinin siyasi desteğini kazanmak ve ülkeye yatırım yapmalarını teşvik etmekti.

Sonuç

Bireyler sosyal ilişkiye girdiği zaman sonuçlarından sadece kendisinin sorumlu olmasına karşın bir toplum herhangi başka bir toplumla sosyal ilişkiye girdiği zaman sonuçları bir millete veya ulusa isnat edilmektedir. Birey iyi geçinemediği komşusundan kurtulmak için ya başka bir mahalleye veya köye göç eder ya da komşusunu göç ettirir. Ancak milletler ve devletler bu şansa sahip değildir. Maalesef, Ermeniler yüzyıllardır Türklere karşı nefret ve düşmanlık duygularına kendilerini o kadar kaptırmışlar ki bu gerçeği görmezlikten geliyorlar.

Ermenilerin iddiası çok büyüktür. Türkiye’nin doğusunda altı vilayeti kendi sınırları içinde görmek, maddi ve manevi tazminat almak ve ‘Büyük Ermenistan’ı kurmak. Yüzyıllar boyunca Ermeni kilisesi Türk düşmanlığı propagandası yapmış, dünyanın dört bir yanına dağılmış Ermenilerin milli birlik ve beraberliğinin korunmasında Türk düşmanlığı faktöründen başarıyla yararlanmıştır. Ermeni din adamlarına göre belirli bir coğrafyada yerleşmeyen ve yaşadıkları bölgelerde azınlıkta kalan Ermenilerin milli kimliklerini korumak için en uygun yol onlara kendilerinin Türkler tarafından istismar edildiğini ve zulüm gördüklerinin propagandasını yapmak olacaktır. Bu durum karşısında Ermeni toplumu içgüdüsel olarak kendini korumak için kilise etrafında birleşecek ve mücadele edeceklerdi. Türk-Ermeni ilişkileri özellikle XIX. yüzyılın sonu, XX. yüzyılın başlarından itibaren belirginlik kazanmaya başladı. Ermeniler, Osmanlı Devleti egemenliğinden kurtulmak için Osmanlıyı yok etmeye çalışan Avrupa devletlerinin siyasi, ekonomik, zaman zaman da askeri desteğini alarak Osmanlıyı zor duruma düşürdüler. Birinci Dünya Savaşında Osmanlı tarafından devletin güvenliğini sağlamak nedeniyle tehcir edilen Ermeniler büyük bir başarıyla 100 yıldır ‘soykırım’ propagandasını yapmakta ve bazı Avrupa devletleri onları desteklemektedir. 1918’de Birinci Ermenistan Cumhuriyeti kurulduğu zaman Erivan’ı kendisine başkent olarak seçmek için Azerbaycan Cumhuriyeti’nden izin alan Ermenistan hükümeti bugün topraklarını üç katına çıkarmış, Dağlık Karabağ’ı işgal etmiş ve Türkiye’den toprak talebinde bulunmuştur. XX. yüzyılın başlarından itibaren Türkiye’ye karşı yapılan propaganda faaliyetlerini göz önüne alırsak, bugünkü Ermeni toplumunun psikolojik durumunun kısa vadede değişeceğine inanmak çok zordur. Özellikle Dağlık Karabağ’ın Ermeniler tarafından işgal edilmesi, Gürcistan’ın Cevaheti bölgesinin kontrolünün fiilen Ermenilerin elinde olması, Avrupa devletleri Parlâmentolarının sözde soykırımla ilgili karar almaları, siyasi, ekonomik ve manevi destek vermeleri Ermenileri oldukça umutlandırmıştır.

Ermenistan’da Türkiye/Türk imajı tablosu çok karmaşıktır ve uzun bir belirginleşme süreci yaşaması gerekmektedir. Bu her şeyden önce tarafların ekonomik ve diplomatik ilişkiler kurmasından sonraki dönemde büyük önem taşıyacaktır. Sınır kapılarının açılması, Türk ve Ermeni halklarının birbirilerini daha yakından tanıması her iki halkın görüşlerinde ciddi değişikliklere neden olacaktır. Ekonomik ve kültürel ilişkiler sonucunda Ermeni halkı Türkleri daha yakından tanıyacak, dedelerinden duyduklarının ve tarih kitaplarından okuduklarının gerçek olmadığını anlayacaktır. Bunun için Ermenistan’da devletçilik geleneğini sözde soykırım üzerine inşa etmeyen, günün siyasi ve ekonomik koşullarını iyi değerlendiren bir hükümet işbaşına gelmeli ve Türkiye de bu konuda yardım elini uzatmalıdır. Taraflar arasında diplomatik ve ekonomik ilişkiler kurulsa da Ermeni kamuoyunda düşman Türk kimliği tanımının uzun yıllar devam edeceğini söyleyebiliriz.



[1] İkinci Dünya Savaşı’ndan önce İtalyan radyosu Arapça yayına başlayarak İngiltere aleyhine propaganda yapmaya başladı. Buna karşılık Avam Kamarasının izniyle İngiltere radyosu da Arapça yayına başladı ancak İtalyan propagandasına karşı koyamayacağını anlayınca radyodan Kuran okutmaya başladı ve başarılı oldu. 1950’li yıllardan itibaren televizyonun propaganda aracı olarak kullanılması devletlerin imajını etkileyen en önemli bir araç olmuştur. Daha geniş bilgi için bkz:  Osman Özsoy,  Türkiye’nin İmaj Sorunu, (İstanbul: ALFA Yayınevi, 1998),  ss. 141–150.
[2] Daha geniş bilgi için bkz: İstoriya Armyanskogo Naroda:  http://www.armenica.wizard.am/history/history2.
html
[3] Tarih Boyunca Ermeni Meselesi, Gn. Kur. ATASE Yayınları, Ankara, 1979, s. 3.
[4] Ünlü Rus tarihçisi B. Piotrovski Urartu devletinin bir Ermeni devleti olmadığını iddia etmektedir. Piotrovski’ye göre MÖ. IX. yüzyılda Ermeniler veya Ermeni soyundan olan bir kabile Urartu’nun zayıfladığı zaman hücum ederek işgal etmiş ve oraya yerleşmişlerdir. Birçok tarihçi de Piotrovski’nin iddialarını kabul etmektedir.
[5] Vasili Lvoviç Veliçko, Russkoe Delo i Mejduplemennıye Voprosı, (Petersburg: Arteli Peçatnogo Dela Yayınevi, 1904),  s. 71.
[6]  Mesut Hakkı Çaşın, ‘Ermenistan Silahlı Kuvvetleri’, Avrasya Dosyası, Cilt: 11, Sayı:4 (Sonbahar 1995–1996), s. 54.
[7] Veliçko, Russkoe Delo..., s. 65.
[8] Veliçko, Russkoe Delo..., s. 66.
[9] Ararat Saakoviç Garibyan ve Cülyetta Araratovna Garibyan, Kratkiy Kurs Armyanskogo Yazıka, (Erivan: 1987, Luys Yayınevi), s. 5.
[10] Eduard Oganisyan,  Vek Borbı,   (Münih-Moskova: Feniks Yayınevi, 1991), s. 53.
[11] Oganisyan, Vek...,  s. 59.
[12] Kâmuran Gürün, Ermeni Meselesi, (Rüstem Yayımevi, Beşinci Baskı, Mart 2001),  ss. 276–280.
[13] M. Şaginyan, Vajnoe Sobıtiye İstorii, , Literaturnaya Gazeta,  13 Eylül 1978.
[14] Bu konuda daha geniş bilgi için bkz: ‘Kolıbel Çeloveçstva na Territorii İstoriçeskoy Armenii’: http://www.azg.
Am/_RU/20020108/2002010817.shtml
[15] Bu konuda daha geniş bilgi için bkz: İstoriya Armyanskogo Naroda: http://www.armenica.wizard.am/history
/history11.html; Suren Ayvazyan. İstoriya Rossii: Armyanskoy Sled,  (Moskova: 2000, Kron-Press Yayınevi), ss. 226-251.
[16] Bu konuda daha geniş bilgi için bkz: İstoriya Armyanskogo Naroda. http://www.armenica.wizard.am/    Rafael Abramyan, ‘Armyanskoe Rıçarstva’, Armyanskiy Vestnik, Mo 1-2, 1999,  http://www.hayastan.ru/Armvest/Jurnal04/j04_stat27.html;  R. V. Ter-Gazaryan, ‘Armyane na Vizantiyskom Perestole’, http://www.armenia.ru/history/history.php3?page=author;
[17] Zori Balayan, Oçag, (Erivan: Sovetakan Grog Yayınevi, 1984), s.419.
[18] Balayan, Oçag, s. 30.
[19] Balayan, Oçag, s. 31.
[20] Balayan, Oçag, s. 110.
[21] Çaşın, Ermenistan..., s. 57.
[22] Erol Göka, ‘Ermeni Sorunu’nun (Gözden Kaçan) Psikolojik Boyutu’, Ermeni Araştırmaları, (Ankara, Mart-Nisan-Mayıs 2001, Sayı:1), s.135.
[23] Hatem Cabbarlı, ‘Geçmişten Günümüze Ermenistan’da Azerbaycan Türkleri’, Ermeni Araştırmaları, Aralık 2001-Ocak-Şubat 2002, Sayı: 4, s. 142.
[24] Saleh Bey, Armyanstvo, (Bakü: Bilim Yayınevi, 1994),  s. 206.
[25] Cabbarlı, Geçmişten Günümüze..., s. 141.
[26] Esat Uras, Tarihte Ermeniler ve Ermeni Meselesi, (İstanbul: 1987, Belge Yayınları), s. LXXV.
[27] Daha geniş bilgi için bkz: http: dangerdav.narod.ru/Htm_files/armenianinformation.htm    
[28] Levon Abramyan, ‘Armeniya i Armyanskaya Diaspora: Raskhojdenie i Vstreça’, Planeta Diasporı, (Moskova, No 1-2, 2000, s. 53.
[29] Veliçko, Russkoe Delo..., s. 81.
[30] Veliçko, Russkoe Delo..., s. 80.
[31] Sedat Laçiner, ‘Ermenistan Dış Politikası ve Belirleyici Temel Faktörler’, Ermeni Araştırmaları, Ankara, Bahar 2002, Sayı: 5, s. 183.
[32] Diaspora v Rossi vXI-XVIII. Vekakh, Daha geniş bilgi için bkz: www.armenianews.narod.ru
[33] Abramyan, Armeniya...,  s. 56.
[34]Khorenadi, Ararat gazetesi, Beyrut, 1999, s. 2, Lübnan, Aktaran: http://www.karabakh-terror.com/wmview.
php?ArtID=185
[35] İstoriya Armyanskogo Naroda, (Armeniya v XI-XIV Vekakh), Daha geniş bilgi için bkz:   http://www.armenica.wizard.am/Hystory/history10.html
[36] İstoriya Armyanskogo Naroda, (Novıy Etap Osvoboditelnego Dvijeniya), Daha geniş bilgi için bkz: 
http://www.armenica.wizard.am/Hystory/history13.html
[37] E. K. Sarkisyan, Tureçskaya Agresiya v Armenii Osenyu 1920 Goda i Poziçiya Sovetskoy Rossii, Mergavor yev Micin Arevelki Erkrner yev Joğovordner X. Turkiya, (Erivan: Ermenistan SSCB Bilimler Akademisi Yayınları, 1979),  ss. 71-89.
[38] Sarkisyan, Tureçskaya Agresiya..., s. 84.
[39] Uras, Tarihte...,  s. LXXIV.
[40] E. K. Sarkisyan, İz İstorii Turkologii v Sovetskoy Armenii, Mergavor yev Micin Arevelki Erkrner yev Joğovordner XII. Turkiya, (Erivan: Ermenistan SSCB Bilimler Akademisi Yayınları, 1985),  ss. 248-274.
[41]Ermenistan Parlamentosu Resmi Web Sitesi. Ermenistan’ın Bağımsızlığı Hakkında Deklarasyon: http:/www.parliament.am/hdoc/Laws/ru/9t9w4k.html.
[42] Yurii Pompeev, Krovavıy Omut Karabakha, (Bakü: Azerbaycan Yayınevi), s. 31.
[43] İgrar Aliyev, Dağlık Garabağ: Tarih, Faktlar, Hadiseler, (Bakü: Bilim Yayınevi, 1989), s. 33.
[44] Silva Kaputikyan, Zamanın Başlangıcı, (Erivan: 1998), ss.46–48
[45] Gerard J. Libaridyan, Ermenilerin Devletleşme Sınavı, (İstanbul: İletişim Yayınları, 2000).
[46] Ayk Nakkaşyan, A Ne Pravı Li Bıli Parni, İzbravşie Put Vozmezdiya?..., Azg, 11 Ocak 2001, Azg, 24 Mart 2001, Azg, 26 Nisan 2001
[47] Zori Balayan, Rasplata, (Moskova: Sovyet Yazarı Yayınevi, 1986); Doroga, (Moskova: Sovyet Yazarı Yayınevi, 1988).
[48] Balayan, Oçag, s. 289.
[49] Sarkisyan, İz İstorii..., s. 263.
[50] Vardan Parsamyan, İstoriya Armyansogo Naroda, (Erivan: Hayastan Yayınevi, 1972).
[51] Ararat Garibyan ve Cülyetta Garibyan, Kratkiy Kurs..., s. 180.
[52] Necati Kola, ‘Malatyasor’un Ermeni Liginde Ne işi Var’, Aksiyon, Sayı: 424, 27 Ocak 2003
[53] Lilit Grigoryan, ‘Politiçeskie i İntellektualnıye Krugi Armenii Ne Svyazıvaet Nadejd s Komissiey Po Primirenuyu’, Daha geniş bilgi için bkz: http://www.azg.am./_RU/20010726/2001072601.shtml
[54] Yasin Aslan, Ermenistan Tarihi Yol Ayrımında, (Ankara:  1996), s. 18.
[55] Susanna Petrosyan, ‘Turçiya Deystvitelno Sobiralas Napast Na Armeniyu Osenyu 1993 Goda’, Daha geniş bilgi için bkz:  http://www.noev-kovcheg.ru/article.asp?n=55&a=16
[56] Daha geniş bilgi için bkz: http://www.artsakworld.com/travel/index.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder