Dr. Hatem Cabbarlı, Avrasya Güvenlik ve Strateji Araştırmalar Merkezi Başkanı
Ermenilerin
Mağduriyet Psikolojisi ve Kimlik Arayışı
Dünya tarihinde
30, 100 yıllık savaşlar yaşanmış, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları milyonlarca
insanın ölümüne ve yaralanmasına neden olmuştur. Karşı cephelerde bulunan
halklar veya devletler savaş bittikten sonra tekrar normal ilişkilere dönmek
için arayış içinde bulunmuş ve kısa sürede bunu başarmışlardır. Savaş
yıllarında yaşanan bütün olumsuzluklar, acılar ve kayıplar unutulmaya
çalışılmış, ilişkileri ileriye götürmek için yeni projeler geliştirilmiştir.
Ancak Ermenilerin Türkiye’ye yönelik görüşleri 20. yüzyılın başlarından
itibaren değişmemiş, aksine Türk düşmanlığı görüşleri daha da artmıştır. Bu
süreçte Ermeni milli kimliğinin oluşmasında Türk düşmanlığı psikolojisi önemli
yer tutmaktadır. Ermeniler milli kimliklerini pekiştirmek, korumak ve daha
güçlü kültüre sahip olan diğer halklar tarafından asimle edilmemeleri için
“öteki” arayışında bulunmuş ve doğal olarak bölgedeki en güçlü ve hâkim halk
olan Türkleri kendileri açısından “öteki” olarak görmeye başlamışlardır.
Bölgede
Türklerin yanı sıra Pers, Yunan ve Arapların yaşamasına rağmen, Ermenilerin
Türkleri öteki olarak görmelerinin birkaç nedeni vardır.
·
Her şeyden önce kendi ezilmiş ve
mağduriyetini büyük bir facia olarak gösterebilmek için bölgeyi yöneten gücü
“öteki” olarak tanımlama ihtiyacı,
·
Tebaası olduğu devletin hukuk
kuralları çerçevesinde olsa bile kendilerine karşı herhangi yaptırımda
bulunmasını baskı ve tehdit olarak görmesi.
Ermenilerin
kimlik psikolojisini incelemek için Ermeni tarihindeki gelişmeleri ele almakta
yarar vardır. Ermeniler, yüzyıllar boyunca tebaa psikolojisini yaşamış bir
millettir. Ermeniler, XI. yüzyılda Kilikya Baronluğu’nu kurmuş, bu baronluğun
çöküşünden XX. yüzyılın başlarına kadar bağımsız bir devletleri olmamış ve
Kilikya Baronluğu’nun tarihini inanılmaz derecede abartmıştır. Ermeniler
tarihlerini olduğu gibi değil, görmek istedikleri gibi yazmış ve bunun
propagandasını yapmıştır. Yaşadıkları coğrafyada Bizans, Roma, Pers, Arap,
Selçuk ve Osmanlı gibi büyük imparatorluk ve devlet kurmuş milletlerin
çevresinde kendilerini zayıf ve başarısız olarak gören Ermeniler, yaklaşık bin
yıllık kompleksten kurtulabilmek için kendilerini yüce ve büyük millet
olduklarına inandırmaya çalışmıştır.
Birçok
araştırmacının Ermenileri “millet-i sadıka” olarak değerlendirmesi, 19.
yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlıya karşı düzenledikleri isyan ve
çatışmalar göz önünde bulundurulduğunda bir anlam ifade etmemektedir. Ermeni
yazar Silva Kaputikyan, 1988’de Erivan’da düzenlenen mitingde yaptığı konuşmada
Türk düşmanlığını “....IV. yüzyıldan itibaren Türklerin zulmüne
katlanıyoruz. Daha ne kadar sabredeceğiz” şeklinde dile getirmiştir. Aynı
yazar Zamanın Başlangıcı adlı kitabında ise Ermenilere nasihat
olarak şöyle demektedir: “Hayk bilmelidir ki Ermeni ailesinde doğan bir Ermeni
sadece kendi hayatını yaşamak için doğmamıştır, o Ermeni milleti için yaşamalı
ve çalışmalıdır. Bunun için yeni doğan bir Ermeni bebeğinin kulağına–‘Eyyyy...
Aram! Türkler senin düşmanındır!-demek gerekiyor ki düşmanının kim olduğunu
tanısın.”
Eduard Oganisyan
yazdığı Yüzyıllık Mücadele adlı kitapta diaspora Ermenilerinin
psikolojik durumunu değerlendirirken bir Ermeni çocuğunun Ermeni Meselesi
konusunda görüşlerinin oluşması aşamalarını şöyle ifade etmektedir. “Yurtdışında
yaşayan bir Ermeni çocuğunun arkadaşı cumartesi ve pazar günleri beş günlük
okul sıkıntısından kurtulmak için futbol oynayıp kumsalda dinlenirken, o
cumartesi okuluna giderek Ermenice öğrenmeli, Ermeni edebiyatı ve tarihini
okumalı, şiirler ezberlemelidir. 9-10 yaşlarında bir Ermeni çocuğu kendi tarihini
iyice öğrenmiştir, o dedelerinin Türkler tarafından “soykırıma” maruz kaldığını
bilerek Türklerden nefret ediyor, onun arkadaşları daha çocukluk dünyasındayken
o artık büyümüştür ve düşmanını tanıyor.”
“Soykırım” Propagandası
Yüzyıllar boyunca Türk devletlerinin tebaası konumunda bulunan
Ermeniler, gayet rahat ve sorunsuz bir hayat yaşamıştır. Ancak 19. yüzyılın
sonu, 20. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı Devleti için ciddi sorun
çıkaran Ermeniler, özellikle Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkasya cephesinde Rus
ordusu ile işbirliği içinde bulunarak, Osmanlı Devletinin güvenliğini tehdit
etmiştir. Bu durum karşısında Osmanlı Hükümeti 1915’te Doğu bölgelerinde
yaşayan ve Ruslarla işbirliği yapan Ermenileri cephe bölgesinden alarak daha iç
bölgelere göç ettirmiştir. Yaklaşık 90 yıldır Ermeniler dünya kamuoyunu 1915
tehcirinin kendilerine karşı yapılmış “soykırım” olduğuna inandırmaya
çalışmaktadır. Öteki merkezli, mistik-oryantalist zihniyetli bu yaklaşım tarzı
kin psikolojisini tetiklemektedir.
1991 yılında bağımsızlığını ilan eden Ermenistan, “Bağımsızlık
Bildirgesi”nin 11. maddesinde “Ermenistan Cumhuriyeti 1915 yılında Osmanlı
Türkiye’si ve Batı Ermenistan’da Ermenilere karşı yapılan “soykırımın”
uluslararası alanda tanınmasını desteklemektedir.” ifadesi yer almaktadır. Ermeniler, ulusal Hay
Dat Doktrininde öngörülen Tsoviç tsov Hayastan (Denizden denize
Ermenistan) projesini hayata geçirmek için komşuları olan Azerbaycan, Türkiye,
Gürcistan, İran ve kara bağlantısı olmamasına rağmen, Rusya’ya yönelik toprak
iddialarında bulunmaktadır. Hay Dat Doktrini çerçevesinde Ermenistan,
Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini işgal etmiştir.
Bağımsızlık sonrası Türkiye’nin Ermenistan ile ekonomik ve diplomatik
ilişkiler kurmaya yönelik bütün iyi niyet girişimlerine rağmen, Ermenistan
sözde soykırım propagandasına devam etmiş, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü
tanımamış ve Kars Anlaşmasının iptal edilmesi için propaganda faaliyetlerini
sürdürmüştür.
Bugün, Ermenistan’da faaliyet gösteren hiçbir siyasi parti, sivil toplum
kuruluşu ve akademisyen “soykırımı” inkâr edebilecek cesarete sahip değildir.
Aksi taktirde Ermenistan sınırları içerisinde faaliyet göstermesi kesinlikle
olanaksızdır. Ermenistan Milli Demokratik Birliği lideri Vazgen Manukyan, 19
Mayıs 2004 tarihinde REGNUM Haber Ajansına verdiği demeçte Ermenistan-Türkiye
ilişkilerini değerlendirmiştir. Manukyan, Türkiye’yi “soykırımla” suçlamış,
sınır kapılarının açılmasını talep etmiş, aynı zamanda sözde Ermeni
soykırımının uluslararası alanda tanıtılması için Ermenistan’ın propaganda
çalışmalarına devam etmenin önemini vurgulamıştır. Ünlü Ermeni tarihçisi
Andranik Migranyan da Manukyan ile aynı görüşleri paylaşmaktadır. Migranyan, 8
Mayıs 2004 tarihinde düzenlediği basın toplantısında Ermenistan Devlet Başkanı
Koçaryan’ın, “Bizim için “soykırımın” kabul edilmesi önemlidir. Toprak ve
tazminat talebi ise Ermenistan devletinin değil, diasporanın talebidir”
şeklinde yaptığı açıklamayı doğru bulmadığını bildirmiş, “iki ülke arasında
diplomatik ilişkiler kurulduktan, sınır kapısı açıldıktan ve ekonomik ilişkiler
geliştikten sonra bile Ermenistan hükümetinin “soykırım” propagandası ve
Türkiye’den “soykırımı” tanıma talebinden bir an bile olsun vazgeçmemesi
gerektiğini” özellikle vurgulamıştır.
28-29 Haziran 2004 tarihinde İstanbul’da düzenlenen NATO Zirve
toplantısında ve sonrasında ABD Başkanı George Bush’un Türkiye’den övgü ile
bahseden konuşmalarından sonra Amerikan Ermeni Milli Asamblesi Başkanı Kan
Haçikyan ve Rum-Amerikan Ofisi Başkanı Jean Rosedes, Bush’a ABD’de yaşayan
Ermeni ve Rumların adına itiraz mektubu göndermişlerdir.
Mektupta, Türkiye’nin bugün de demokratik değerlerden yoksun bir ülke
olduğu, insan hakları ve azınlık haklarının korunmadığı, son 150 yılda
Ermenilere ve Rumlara “soykırım” yaptığı ve komşu ülkeleri tehdit ettiği
vurgulanmış, ülkede yaşayan Kürtlere karşı baskı uygulandığı ve Hıristiyan
vatandaşlarına dini görevlerinin yerine getirilmesi yönünde ciddi problemler
çıkardığı ifade edilmiştir.
Türkiye gibi “antidemokratik” bir devletin
Avrupa Birliği’ne tam üye olması için ABD’nin Türkiye’yi desteklemesinin
ülkenin demokratik imajına ciddi bir darbe vurduğu bildirilmiş, AB ülkelerinin
de Türkiye’nin üyeliğine samimi bakmadıkları dile getirilmiştir. Türkiye’nin AB
üyesi olması için gerekli ekonomik, siyasi ve sosyal şartların hiç birini
yerine getirmediği ifade edilmiştir.
Sözde Ermeni
“soykırımının” uluslararası kamuoyu ve Türkiye tarafından kabul edilmesi
yönünde propaganda faaliyeti, Ermenistan dış politikasının ana hattını teşkil
etmektedir. Avrupa ülkeleri ve sivil toplum örgütleri ile işbirliği içinde olan
Ermenistan hükümeti ve diaspora kuruluşları sözde Ermeni “soykırımının” kabul
edilmesi için genel olarak üç yönde faaliyet göstermektedir:
- Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere diğer ülkelerle iki taraflı ilişkilerde “soykırımın” kabul edilmesi yönünde çalışmaları,
- Uluslararası örgütlerin “soykırımı” kabul etmesi yönünde propaganda çalışmaları,
- Türkiye’nin “soykırımı” kabul etmesine yönelik propaganda çalışmaları.
Ancak Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne
(AB) üyelik sürecinde ciddi gelişmeler sağladığı bir dönemde, Ermenistan
hükümeti ve Ermeni diasporası Türkiye’nin sözde Ermeni “soykırımını” kabul
etmesini AB tarafından tam üyelik için şart olarak ileri sürülmesi yönünde
propaganda faaliyetlerini güçlendirmiştir.
Türkiye’nin AB
üyelik sürecini engellemek için yoğun faaliyette bulunan Hay Dat Komisyonu
Avrupa Birliği Ofisi, 10 Haziran 2004 tarihindeki 25 ülkede Avrupa Parlamentosu
seçimlerine adaylıklarını koymuş olan 1354 adaydan Türkiye’nin AB’ye tam
üyeliği ve başka konular hakkındaki görüşlerini almak istemiştir. Buna göre
adaylardan:
·
Türkiye’nin sözde soykırımı inkâr
etmesi,
·
Ermeni kültür ve sanat
abidelerinin Türkiye’de planlı bir şekilde dağıtılması,
·
Türkiye’nin Ermenistan’a ekonomik
ambargo uygulaması ve
·
Avrupa Birliği’nin nihai
sınırlarını nerede gördükleri konusunda görüş bildirmelerini talep etmiştir.
Bu yönde propaganda çalışmaları Ermenistan tarafından koordine edilse de
görünürde konuyla sadece Ermeni diasporası uğraşmaktadır. Türkiye’nin AB’ye tam
üyelik yolunda ciddi adımlar atması, hem Ermenistan hükümeti ve diasporasını
hem de Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasını istemeyen bazı ülkeleri oldukça
rahatsız etmekte ve Ermenilerin Türkiye’ye yönelik suçlamaları bu ülkeler
tarafından tereddütsüz bir şekilde kabul edilmektedir.
Taşnaksutyun Partisi Batı Avrupa Merkez Komitesi ve Hay Dat Komisyonu
temsilcilerinin 12 Haziran’da Fransa’da düzenledikleri mitinge yaklaşık 12 bin
kişi katılmış, Fransa Hükümeti ve Cumhurbaşkanından Türkiye’nin AB’ye tam üye
olmasına ‘hayır’ demeleri talep edilmiştir. Mitinge katılanlar Jasques
Chirak’ın danışmalarından görüşme talep etmelerine rağmen, bu istekleri kabul
edilmemiştir. Hay Dat Komisyonu üyesi Arut Marutyan yaptığı konuşmada bu
mitingin başlangıç olduğunu ve daha büyük mitinglerin yapılacağını
bildirmiştir. Taşnaksutyun Partisi Batı Avrupa Merkez Komitesi Başkanı Murat
Papazyan, Fransa’nın “Ermeni Soykırımı” hakkında kanun kabul ettiğini ve buna
dayanarak Türkiye’nin “soykırımı” kabul etmediği taktirde AB’ye tam üye
olmasına Fransa’nın karşı çıkması gerektiğini savunmuştur. Mitinge Ermeni yanlısı
görüşleri ile tanınan İngiltere Lordlar Kamarası Başkan Yardımcısı Karoline
Koks’ta katılmıştır. Miting sona erdikten sonra Fransa Ermenileri tarafından
organize edilmiş Van sergisi ziyaret edilmiştir. Sergide, Frankfurt’ta faaliyet
gösteren, başkanlığını Ali Ertem’in yaptığı Soykırım Karşıtları Birliği’nin
Ermenileri desteklediğini bildiren telgraf da yer almıştır.
Taşnaksutyun
Partisi Batı Avrupa Merkez Komitesi Başkanı Murat Papazyan ve Fransa Sosyalist
Partisi Genel Başkan Yardımcısı Francois Golland 3 Haziran 2004 tarihinde
Sosyalist Parti karargâhında düzenledikleri basın toplantısında Türkiye’nin AB
üyeliği sürecinde sözde soykırım faktörünün önemi ve Türkiye’nin “soykırımı”
kabul etmesi için yapılması gereken işler konusunda görüşlerini dile getirmiş
ve Ortak Bildiri yayınlanmıştır. Bu bildiride:
·
Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini
yerine getirmediği,
·
Türkiye’nin devlet yapısının AB
üyeliğine uygun olmadığı,
·
Ordunun iç ve dış politikada üstün
konuma sahip olduğu,
·
Demokratik değerlerin korunmadığı
veya uygulanmadığı,
·
Milli azınlıkların, özellikle
Kürtlerin haklarının ihlal edildiği,
·
Türkiye’nin Ermeni “soykırımını”
kabul etmediği,
·
Avrupa Parlamentosu’nun 18 Haziran
1987 yılında kabul ettiği sözde
·
Ermeni “soykırımına” ilişkin
kararın Türkiye tarafından tanınmadığı ifade edilmiştir.
Ermeni diasporası özellikle 2 Kasım 2004
tarihinde ABD’de yapılacak Başkanlık seçimleri sürecinde daha aktif politika
izlemeye başlamıştır.
ABD’deki Ermeni diasporası’nı temsil eden Ermeni Milli Komitesi ve
Amerika Ermeni Asamblesi bu seçim sürecini ciddi şekilde takip etmektedir.
Amerika’daki Ermeni cemaatinin başlıca amacı, adayların sözde Ermeni
“soykırımı” konusundaki yaklaşımlarına ve Dağlık Karabağ’ın bağımsız devlet
olarak tanınması konularında Ermeniler lehine karar alınmasını sağlamaktır.
Ermeni Milli Komitesi ve Amerika
Ermeni Asamblesi, ortaklaşa hazırladıkları anketi Cumhuriyet ve Demokrat
Partilerine göndererek, Başkan adaylarının aşağıdaki konularla ilgili
görüşlerine açıklık getirmelerini istemiştir:
-
Adayların 1915 olaylarına
yaklaşımı ve tanımları,
-
Ermenistan ve Dağlık Karabağ’a
ekonomik yardımların arttırılması konusundaki görüşleri,
-
Eski Sovyetler Birliği
Cumhuriyetleri’ne ekonomik yardımı öngören “Bağımsızlığın Desteklenmesi
Yasası”nda (Freedom Support Act) Azerbaycan’a yardımı yasaklayan 907 sayılı ek
maddenin yeniden uygulanması ki bu madde, 11 Eylül 2001’de ABD’ye yapılan terör
saldırısından sonra yürürlükten kaldırmıştı.
-
Türkiye’nin Ermenistan’a
uyguladığı ekonomik ambargonun kaldırılması için uygulayacakları politika,
-
Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığının
tanınması,
-
Ermeni kökenli ABD vatandaşlarının
devlet yönetim mekanizmalarına yerleştirilmesi.
Demokrat ve Cumhuriyet Partileri bu konular hakkında şimdilik kesin bir
görüş bildirmemelerine rağmen, Ermenileri ilgilendiren konularda işbirliği
yapacaklarını ifade etmiştir.
ABD Hay Dat Ofisi Başkanı Kiro Manoyan
REGNUM Haber Ajansı’na verdiği demeçte Türkiye-Ermenistan ilişkilerini
değerlendirmiş, iki ülke arasındaki yapısal sorunları hakkında bilgi vermiştir.
Manoyan, Ermeni toplumunun tarihten kaynaklanan nedenlerden dolayı Türkiye’yi
düşman ülke olarak algıladığını, Türkiye’nin 1915’te Ermenilere yaptığı
“soykırımın” tarihte kalmadığını, yakın geçmişe kadar devam ettiğini, sadece
Batı Ermenistan’ın değil, Doğu Ermenistan topraklarının bir bölümünün de
Türkiye tarafından işgal edildiğini ifade etmiştir. “Soykırımın” uluslararası
alanda ve Türkiye tarafından kabul edilmesi gerektiği yönünde çalışmalara devam
ettiklerini bildiren Manoyan, bununla sadece manevi açıdan tatmin olmakla
yetinmeyeceklerini, arkasından tazminat konusunun gündeme geleceğini,
“soykırımın” Ermeniler için geçmişin değil, geleceğin sorunu olduğunu
vurgulamıştır.
30 Temmuz 2004 tarihinde California Eyalet
Mahkemesinde “soykırıma” maruz kalan Ermenilerin New-York Life Sigorta
Şirketi’ne açtıkları davanın lehlerinde sonuçlanması ve mahkemede “soykırım”
kelimesinin kullanılması Ermenileri oldukça umutlandırmıştır. Ayrıca New-York
Life Sigorta Şirketi’nin Türkiye’yi dava etme ihtimali olması da Ermenilerin
işine gelmektedir.
Türkiye-Ermenistan
arasında sınır kapısının açılması konusunda görüşlerini ifade eden Manoyan,
kırılgan bir yapıya sahip olan Ermenistan ekonomisinin, ucuz Türk mallarının
piyasaya girmesinden sonra Ermeni malları rekabet edemeyeceği için ciddi
sorunlarla karşılaşacağı endişesini dile getirmiş, sınır kapıları açılmadan
önce Ermenistan Hükümetinin buna karşı gerekli hukuki ve ekonomik önlemleri
alması gerektiğini vurgulamıştır.
Sözde Soykırım Propagandasında
Yeni Taktik: Türkler de Kabul Ediyor
Sözde “Ermeni soykırımının”
uluslararası alanda tanıtılması için son yıllarda Ermenistan hükümeti ve Ermeni
diasporası Türkiye’de ve yurtdışında yaşayan ve “Ermeni soykırımını” kabul eden
Türk vatandaşlarını bir araç olarak kullanmaktadır. Bu tür bir propaganda
özellikle Avrupa ve Amerika’da daha inandırıcı gözükmektedir. Kendilerini Türk
vatandaşı ve milliyetçe Türk olarak tanıtan bu kişiler-Halil Berktay, Ali
Ertem, Hülya Engin, Doğan Ahanli, Zülfü Livaneli ve Taner Akçam Türkiye’nin
1915 yılında Ermenilere karşı “soykırım” yapıldığını kabul etmesi gerektiğini
dile getirmekle Ermenilerin tezini savunmaktadırlar. Yukarıda adı geçen
kişilerin bu konudaki bütün görüşleri, yazdıkları kitap ve makaleleri kısa
sürede Ermeniler tarafından yabancı dillere tercüme edilerek Avrupa ve
Amerika’da yayınlanmaktadır. Yılmaz Karakoyunlu’nun kaleme aldığı Salkım
Hanımın Taneleri romanının beyaz perdeye aktarılmasında da Türkiye’deki
Ermeni diasporasının ciddi lobi çalışmalarının olduğu bilinmektedir.
Türkiye’nin azınlıklara yönelik hoşgörüsünü eleştiren filmin yapım
masraflarının Kültür Bakanlığı tarafından karşılanması da ilginçtir.
Ermeniler, Türkiye’deki bazı medya kuruluşlarında sınır kapısının
açılmasının gerekliliği konusunda kendi perspektiflerinden haber ve makaleleri
rahatlıkla yayınlatabilmektedir. Türkiye’de bazı köşe yazarları da bu konuda
yazdıkları yazılarla Türk kamuoyunu etkilemeye çalışmaktadır. Bu arada bazı
medya organları bu konuda Türk-Ermeni İş Geliştirme Konseyi’nin de görüşlerini
de yansıtmaktadır.
Ermenistan ve Türkiye’de sınır kapısının açılmasını isteyen bazı
çevreler sınır kapısının açılması halinde Ermenistan’dan daha çok sınırda
bulunan Kars ve Iğdır’ın ekonomik açıdan kalkınmasının söz konusu olduğunu
ileri sürmektedir. Gerçekten de Türkiye’nin bir kısım doğu illeri diğer
bölgelere göre ekonomik açıdan daha az gelişmiştir. Ancak Ermenistan ile
sınırların açılması bu illerin gelişmesine fazla katkıda bulunmayacaktır. Eğer
doğuda Türkiye’nin sınır komşusu Ermenistan değil de daha gelişmiş bir ülke
olsaydı, Kars ve Iğdır kısa sürede ciddi ekonomik kalkınma sağlayabilirdi.
Ancak Ermenistan’da asgari aylık ücretin 9 Dolar, emekli maaşının 7,5 Dolar,
orta düzey maaşların 38 Dolar, olmasına karşın, bir ailenin aylık tüketim
sepetinin yaklaşık 66–70 Dolar olduğu dikkate alınırsa, Ermenistan ekonomisinin
Kars ekonomisine katkı yapması imkânsız gözükmektedir. Ermenistan ekonomisi iyi
düzeyde olsaydı nüfusun yaklaşık yüzde 50’si ülkeyi terk etmez, her yıl
sayıları 50–60 bin arasında olduğu tahmin edilen Ermeni, mevsimlik işçi olarak
Türkiye’ye çalışmaya gelmezdi. Karsın sınırı paylaştığı Gümrü ve Talin
bölgelerinin de Kars’ta olduğu gibi tarımcılık ve hayvancılık ile uğraştığı göz
önünde bulundurulursa, sınır kapısının açılması durumunda Kars ekonomisine
ciddi zarar vereceği tahmin edilmektedir.
Türkiye Ermenileri gayet rahat bir ortamda yaşayıp sosyal ve kültürel
faaliyetlerde bulunmalarına rağmen, özellikle Ermeni diasporası ve Ermenistan
Hükümeti uluslararası platformda Ermenilerin haklarının ihlal edildiği ve
faaliyet alanlarının kısıtlandığını iddia etmektedir.
Türkiye’deki Ermeni Diasporası ve Lobi Faaliyetleri
Ermenistan’ın “soykırım” propagandasına devam etmesi ve Türkiye’nin
toprak bütünlüğünü tanımaması, sınır anlaşması yapmaması üzerine, Türkiye Nisan
1993’te Akyaka Sınır Kapısını kapatmak zorunda kalmıştır. Başta Ermeni
diasporası olmak üzere, Ermenistan Hükümeti ABD ve Avrupa’daki çeşitli sivil
toplum kuruluşları aracılığı ile Türkiye’den sınır kapısını açmayı talep
etmektedir. Bunu talep ederken de, Ermenistan’ın ekonomik sorunlarından daha
çok, “Batı Ermenistan” diye telakki ettikleri Türkiye’nin doğu illerinin
ekonomik sorunlarını öne çıkarmakta, sınır kapısının açılması halinde özellikle
Kars ve diğer illerin ekonomik açıdan ciddi bir gelişme kaydedeceğini dile
getirmektedirler. Bu konu zaman zaman Ermenistan ve Türkiye basınında da
gündeme taşınmaktadır. Bazı Türk basın yayın organları da bu konuda
Ermenistan’ın sözcülüğünü yapmaktadır. Bu süreçte Türkiye’de yaşayan ve
sayılarının 50–70 bin civarında olduğu ifade edilen Ermenilerin ciddi emeği
olduğu söylenebilir. Sayılarının az olmasına rağmen, Ermeniler ciddi bir
örgütlenme yapısına sahiptir. Bu örgütlenme sorumluluğunu da Ermeni Patrikliği
üstlenmiştir. Patriklik sadece Ermenilerin dini ihtiyacını karşılamakla
kalmayıp, Ermeni ulusal kimliği, gelenek ve göreneklerinin korunmasında ve
Anavatan olarak tanımladıkları Ermenistan ile ilişkilerin kurulmasında önemli
rol oynamaktadır.
Akyaka Sınır Kapısının açılması konusunda Agos gazetesi Genel Yayın
Yönetmeni Hrant Dink’in Birgün gazetesinin 15 Temmuz 2004 tarihli sayısında “Medzamor kapatılsın... Sınır açılsın” adlı yorumu yayınlanmıştır. Dink, Türkiye ve
Ermenistan arasındaki sorunları sadece Metsamor Nükleer Santrali ve sınır
kapısı konusuna indirgemekle çok daha ciddi sorunlar olan “soykırım”
propagandasını, Ermenistan’ın Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımamasını ve
1921 Kars Anlaşmasının iptal edilmesi için propaganda çalışmalarını göz ardı
etmekle, Türk kamuoyunun görüşlerini etkilemeye çalışmaktadır.
Sınır kapısının açılması için
Türkiye’de lobi çalışmaları yapan kişi ve gruplara, bazı imkânlar sağlayan
Türkiye Ermenileri kendi görüşlerini Türkler tarafından dile getirmekle bunları
Türk aydınının(!) ve halkının talebi gibi kamuoyuna duyurmaya çalışmaktadır.
Ermenistan’ın bağımsızlık sonrası Türkiye politikası değerlendirilirken
iki ülke arasında ilişkilerin kurulmasından sonra da sözde soykırım
propagandasına devam edeceğini anlaşılmaktadır. Bu durumda Türkiye’nin sınır
kapısını açması ve diplomatik ilişkiler kurması, Ermenistan devleti ve kamuoyu
tarafından zafer olarak tanımlanacak ve mücadelelerinin haklı olduğuna
inanacaklardır. Ayrıca bugün iç politikada yaşanan sorunlar nedeni ile ciddi
zorluklarla karşılaşan Koçaryan rejimi, Türkiye’ye karşı baskılarının sonuç
verdiğini ileri sürerek konumunu güçlendirmeye çalışacaktır. Hangi bir nedenle
olursa olsun (Sınır kapısının kapalı olması veya Ermenistan ekonomisinde
yaşanan yolsuzluklar) Ermenistan hükümetinin ekonomik ve sosyal sorunları
halledememesi, Türkiye’ye karşı düşman tavır takınan Koçaryan rejiminin
zayıflamasına ve hatta iktidardan gitmesine neden olabilir ki, bu tür bir
gelişme Türkiye’nin yararına olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder