Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

24 Ocak 2012 Salı

Türkiye-Ermenistan İlişkilerinin Değerlendirilmesi


Dr. Hatem Cabbarlı, Avrasya Güvenlik ve Strateji Araştırmalar Merkezi Başkanı 

cabbarlih@yahoo.com                                                

Ermenilerin Mağduriyet Psikolojisi ve Kimlik Arayışı
Dünya tarihinde 30, 100 yıllık savaşlar yaşanmış, Birinci ve İkinci Dünya Savaşları milyonlarca insanın ölümüne ve yaralanmasına neden olmuştur. Karşı cephelerde bulunan halklar veya devletler savaş bittikten sonra tekrar normal ilişkilere dönmek için arayış içinde bulunmuş ve kısa sürede bunu başarmışlardır. Savaş yıllarında yaşanan bütün olumsuzluklar, acılar ve kayıplar unutulmaya çalışılmış, ilişkileri ileriye götürmek için yeni projeler geliştirilmiştir. Ancak Ermenilerin Türkiye’ye yönelik görüşleri 20. yüzyılın başlarından itibaren değişmemiş, aksine Türk düşmanlığı görüşleri daha da artmıştır. Bu süreçte Ermeni milli kimliğinin oluşmasında Türk düşmanlığı psikolojisi önemli yer tutmaktadır. Ermeniler milli kimliklerini pekiştirmek, korumak ve daha güçlü kültüre sahip olan diğer halklar tarafından asimle edilmemeleri için “öteki” arayışında bulunmuş ve doğal olarak bölgedeki en güçlü ve hâkim halk olan Türkleri kendileri açısından “öteki” olarak görmeye başlamışlardır.

Bölgede Türklerin yanı sıra Pers, Yunan ve Arapların yaşamasına rağmen, Ermenilerin Türkleri öteki olarak görmelerinin birkaç nedeni vardır.
·        Her şeyden önce kendi ezilmiş ve mağduriyetini büyük bir facia olarak gösterebilmek için bölgeyi yöneten gücü “öteki” olarak tanımlama ihtiyacı,
·        Tebaası olduğu devletin hukuk kuralları çerçevesinde olsa bile kendilerine karşı herhangi yaptırımda bulunmasını baskı ve tehdit olarak görmesi.

Ermenilerin kimlik psikolojisini incelemek için Ermeni tarihindeki gelişmeleri ele almakta yarar vardır. Ermeniler, yüzyıllar boyunca tebaa psikolojisini yaşamış bir millettir. Ermeniler, XI. yüzyılda Kilikya Baronluğu’nu kurmuş, bu baronluğun çöküşünden XX. yüzyılın başlarına kadar bağımsız bir devletleri olmamış ve Kilikya Baronluğu’nun tarihini inanılmaz derecede abartmıştır. Ermeniler tarihlerini olduğu gibi değil, görmek istedikleri gibi yazmış ve bunun propagandasını yapmıştır. Yaşadıkları coğrafyada Bizans, Roma, Pers, Arap, Selçuk ve Osmanlı gibi büyük imparatorluk ve devlet kurmuş milletlerin çevresinde kendilerini zayıf ve başarısız olarak gören Ermeniler, yaklaşık bin yıllık kompleksten kurtulabilmek için kendilerini yüce ve büyük millet olduklarına inandırmaya çalışmıştır.

Birçok araştırmacının Ermenileri “millet-i sadıka” olarak değerlendirmesi, 19. yüzyılın sonlarından itibaren Osmanlıya karşı düzenledikleri isyan ve çatışmalar göz önünde bulundurulduğunda bir anlam ifade etmemektedir. Ermeni yazar Silva Kaputikyan, 1988’de Erivan’da düzenlenen mitingde yaptığı konuşmada Türk düşmanlığını “....IV. yüzyıldan itibaren Türklerin zulmüne katlanıyoruz. Daha ne kadar sabredeceğiz” şeklinde dile getirmiştir. Aynı yazar Zamanın Başlangıcı adlı kitabında ise Ermenilere nasihat olarak şöyle demektedir: “Hayk bilmelidir ki Ermeni ailesinde doğan bir Ermeni sadece kendi hayatını yaşamak için doğmamıştır, o Ermeni milleti için yaşamalı ve çalışmalıdır. Bunun için yeni doğan bir Ermeni bebeğinin kulağına–‘Eyyyy... Aram! Türkler senin düşmanındır!-demek gerekiyor ki düşmanının kim olduğunu tanısın.”

Eduard Oganisyan yazdığı Yüzyıllık Mücadele adlı kitapta diaspora Ermenilerinin psikolojik durumunu değerlendirirken bir Ermeni çocuğunun Ermeni Meselesi konusunda görüşlerinin oluşması aşamalarını şöyle ifade etmektedir. “Yurtdışında yaşayan bir Ermeni çocuğunun arkadaşı cumartesi ve pazar günleri beş günlük okul sıkıntısından kurtulmak için futbol oynayıp kumsalda dinlenirken, o cumartesi okuluna giderek Ermenice öğrenmeli, Ermeni edebiyatı ve tarihini okumalı, şiirler ezberlemelidir. 9-10 yaşlarında bir Ermeni çocuğu kendi tarihini iyice öğrenmiştir, o dedelerinin Türkler tarafından “soykırıma” maruz kaldığını bilerek Türklerden nefret ediyor, onun arkadaşları daha çocukluk dünyasındayken o artık büyümüştür ve düşmanını tanıyor.”

“Soykırım” Propagandası

Yüzyıllar boyunca Türk devletlerinin tebaası konumunda bulunan Ermeniler, gayet rahat ve sorunsuz bir hayat yaşamıştır. Ancak 19. yüzyılın sonu, 20. yüzyılın başlarından itibaren Osmanlı Devleti için ciddi sorun çıkaran Ermeniler, özellikle Birinci Dünya Savaşı’nda Kafkasya cephesinde Rus ordusu ile işbirliği içinde bulunarak, Osmanlı Devletinin güvenliğini tehdit etmiştir. Bu durum karşısında Osmanlı Hükümeti 1915’te Doğu bölgelerinde yaşayan ve Ruslarla işbirliği yapan Ermenileri cephe bölgesinden alarak daha iç bölgelere göç ettirmiştir. Yaklaşık 90 yıldır Ermeniler dünya kamuoyunu 1915 tehcirinin kendilerine karşı yapılmış “soykırım” olduğuna inandırmaya çalışmaktadır. Öteki merkezli, mistik-oryantalist zihniyetli bu yaklaşım tarzı kin psikolojisini tetiklemektedir.

1991 yılında bağımsızlığını ilan eden Ermenistan, “Bağımsızlık Bildirgesi”nin 11. maddesinde “Ermenistan Cumhuriyeti 1915 yılında Osmanlı Türkiye’si ve Batı Ermenistan’da Ermenilere karşı yapılan “soykırımın” uluslararası alanda tanınmasını desteklemektedir.”  ifadesi yer almaktadır. Ermeniler, ulusal Hay Dat Doktrininde öngörülen Tsoviç tsov Hayastan (Denizden denize Ermenistan) projesini hayata geçirmek için komşuları olan Azerbaycan, Türkiye, Gürcistan, İran ve kara bağlantısı olmamasına rağmen, Rusya’ya yönelik toprak iddialarında bulunmaktadır. Hay Dat Doktrini çerçevesinde Ermenistan, Azerbaycan topraklarının yüzde 20’sini işgal etmiştir.

Bağımsızlık sonrası Türkiye’nin Ermenistan ile ekonomik ve diplomatik ilişkiler kurmaya yönelik bütün iyi niyet girişimlerine rağmen, Ermenistan sözde soykırım propagandasına devam etmiş, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımamış ve Kars Anlaşmasının iptal edilmesi için propaganda faaliyetlerini sürdürmüştür.

Bugün, Ermenistan’da faaliyet gösteren hiçbir siyasi parti, sivil toplum kuruluşu ve akademisyen “soykırımı” inkâr edebilecek cesarete sahip değildir. Aksi taktirde Ermenistan sınırları içerisinde faaliyet göstermesi kesinlikle olanaksızdır. Ermenistan Milli Demokratik Birliği lideri Vazgen Manukyan, 19 Mayıs 2004 tarihinde REGNUM Haber Ajansına verdiği demeçte Ermenistan-Türkiye ilişkilerini değerlendirmiştir. Manukyan, Türkiye’yi “soykırımla” suçlamış, sınır kapılarının açılmasını talep etmiş, aynı zamanda sözde Ermeni soykırımının uluslararası alanda tanıtılması için Ermenistan’ın propaganda çalışmalarına devam etmenin önemini vurgulamıştır. Ünlü Ermeni tarihçisi Andranik Migranyan da Manukyan ile aynı görüşleri paylaşmaktadır. Migranyan, 8 Mayıs 2004 tarihinde düzenlediği basın toplantısında Ermenistan Devlet Başkanı Koçaryan’ın, “Bizim için “soykırımın” kabul edilmesi önemlidir. Toprak ve tazminat talebi ise Ermenistan devletinin değil, diasporanın talebidir” şeklinde yaptığı açıklamayı doğru bulmadığını bildirmiş, “iki ülke arasında diplomatik ilişkiler kurulduktan, sınır kapısı açıldıktan ve ekonomik ilişkiler geliştikten sonra bile Ermenistan hükümetinin “soykırım” propagandası ve Türkiye’den “soykırımı” tanıma talebinden bir an bile olsun vazgeçmemesi gerektiğini” özellikle vurgulamıştır.

28-29 Haziran 2004 tarihinde İstanbul’da düzenlenen NATO Zirve toplantısında ve sonrasında ABD Başkanı George Bush’un Türkiye’den övgü ile bahseden konuşmalarından sonra Amerikan Ermeni Milli Asamblesi Başkanı Kan Haçikyan ve Rum-Amerikan Ofisi Başkanı Jean Rosedes, Bush’a ABD’de yaşayan Ermeni ve Rumların adına itiraz mektubu göndermişlerdir.

Mektupta, Türkiye’nin bugün de demokratik değerlerden yoksun bir ülke olduğu, insan hakları ve azınlık haklarının korunmadığı, son 150 yılda Ermenilere ve Rumlara “soykırım” yaptığı ve komşu ülkeleri tehdit ettiği vurgulanmış, ülkede yaşayan Kürtlere karşı baskı uygulandığı ve Hıristiyan vatandaşlarına dini görevlerinin yerine getirilmesi yönünde ciddi problemler çıkardığı ifade edilmiştir. 

Türkiye gibi “antidemokratik” bir devletin Avrupa Birliği’ne tam üye olması için ABD’nin Türkiye’yi desteklemesinin ülkenin demokratik imajına ciddi bir darbe vurduğu bildirilmiş, AB ülkelerinin de Türkiye’nin üyeliğine samimi bakmadıkları dile getirilmiştir. Türkiye’nin AB üyesi olması için gerekli ekonomik, siyasi ve sosyal şartların hiç birini yerine getirmediği ifade edilmiştir.

Sözde Ermeni “soykırımının” uluslararası kamuoyu ve Türkiye tarafından kabul edilmesi yönünde propaganda faaliyeti, Ermenistan dış politikasının ana hattını teşkil etmektedir. Avrupa ülkeleri ve sivil toplum örgütleri ile işbirliği içinde olan Ermenistan hükümeti ve diaspora kuruluşları sözde Ermeni “soykırımının” kabul edilmesi için genel olarak üç yönde faaliyet göstermektedir:
  • Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere diğer ülkelerle iki taraflı ilişkilerde “soykırımın” kabul edilmesi yönünde çalışmaları,
  • Uluslararası örgütlerin “soykırımı” kabul etmesi yönünde propaganda çalışmaları,
  • Türkiye’nin “soykırımı” kabul etmesine yönelik propaganda çalışmaları.

Ancak Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne (AB) üyelik sürecinde ciddi gelişmeler sağladığı bir dönemde, Ermenistan hükümeti ve Ermeni diasporası Türkiye’nin sözde Ermeni “soykırımını” kabul etmesini AB tarafından tam üyelik için şart olarak ileri sürülmesi yönünde propaganda faaliyetlerini güçlendirmiştir.

Türkiye’nin AB üyelik sürecini engellemek için yoğun faaliyette bulunan Hay Dat Komisyonu Avrupa Birliği Ofisi, 10 Haziran 2004 tarihindeki 25 ülkede Avrupa Parlamentosu seçimlerine adaylıklarını koymuş olan 1354 adaydan Türkiye’nin AB’ye tam üyeliği ve başka konular hakkındaki görüşlerini almak istemiştir. Buna göre adaylardan:

·         Türkiye’nin sözde soykırımı inkâr etmesi,
·         Ermeni kültür ve sanat abidelerinin Türkiye’de planlı bir şekilde dağıtılması,
·         Türkiye’nin Ermenistan’a ekonomik ambargo uygulaması ve
·         Avrupa Birliği’nin nihai sınırlarını nerede gördükleri konusunda görüş bildirmelerini talep etmiştir.

          Bu yönde propaganda çalışmaları Ermenistan tarafından koordine edilse de görünürde konuyla sadece Ermeni diasporası uğraşmaktadır. Türkiye’nin AB’ye tam üyelik yolunda ciddi adımlar atması, hem Ermenistan hükümeti ve diasporasını hem de Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasını istemeyen bazı ülkeleri oldukça rahatsız etmekte ve Ermenilerin Türkiye’ye yönelik suçlamaları bu ülkeler tarafından tereddütsüz bir şekilde kabul edilmektedir.

Taşnaksutyun Partisi Batı Avrupa Merkez Komitesi ve Hay Dat Komisyonu temsilcilerinin 12 Haziran’da Fransa’da düzenledikleri mitinge yaklaşık 12 bin kişi katılmış, Fransa Hükümeti ve Cumhurbaşkanından Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasına ‘hayır’ demeleri talep edilmiştir. Mitinge katılanlar Jasques Chirak’ın danışmalarından görüşme talep etmelerine rağmen, bu istekleri kabul edilmemiştir. Hay Dat Komisyonu üyesi Arut Marutyan yaptığı konuşmada bu mitingin başlangıç olduğunu ve daha büyük mitinglerin yapılacağını bildirmiştir. Taşnaksutyun Partisi Batı Avrupa Merkez Komitesi Başkanı Murat Papazyan, Fransa’nın “Ermeni Soykırımı” hakkında kanun kabul ettiğini ve buna dayanarak Türkiye’nin “soykırımı” kabul etmediği taktirde AB’ye tam üye olmasına Fransa’nın karşı çıkması gerektiğini savunmuştur. Mitinge Ermeni yanlısı görüşleri ile tanınan İngiltere Lordlar Kamarası Başkan Yardımcısı Karoline Koks’ta katılmıştır. Miting sona erdikten sonra Fransa Ermenileri tarafından organize edilmiş Van sergisi ziyaret edilmiştir. Sergide, Frankfurt’ta faaliyet gösteren, başkanlığını Ali Ertem’in yaptığı Soykırım Karşıtları Birliği’nin Ermenileri desteklediğini bildiren telgraf da yer almıştır.

Taşnaksutyun Partisi Batı Avrupa Merkez Komitesi Başkanı Murat Papazyan ve Fransa Sosyalist Partisi Genel Başkan Yardımcısı Francois Golland 3 Haziran 2004 tarihinde Sosyalist Parti karargâhında düzenledikleri basın toplantısında Türkiye’nin AB üyeliği sürecinde sözde soykırım faktörünün önemi ve Türkiye’nin “soykırımı” kabul etmesi için yapılması gereken işler konusunda görüşlerini dile getirmiş ve Ortak Bildiri yayınlanmıştır. Bu bildiride:
·         Türkiye’nin Kopenhag kriterlerini yerine getirmediği,
·         Türkiye’nin devlet yapısının AB üyeliğine uygun olmadığı,
·         Ordunun iç ve dış politikada üstün konuma sahip olduğu,
·         Demokratik değerlerin korunmadığı veya uygulanmadığı,
·         Milli azınlıkların, özellikle Kürtlerin haklarının ihlal edildiği,
·         Türkiye’nin Ermeni “soykırımını” kabul etmediği,
·         Avrupa Parlamentosu’nun 18 Haziran 1987 yılında kabul ettiği sözde
·         Ermeni “soykırımına” ilişkin kararın Türkiye tarafından tanınmadığı ifade edilmiştir.

Ermeni diasporası özellikle 2 Kasım 2004 tarihinde ABD’de yapılacak Başkanlık seçimleri sürecinde daha aktif politika izlemeye başlamıştır.

ABD’deki Ermeni diasporası’nı temsil eden Ermeni Milli Komitesi ve Amerika Ermeni Asamblesi bu seçim sürecini ciddi şekilde takip etmektedir. Amerika’daki Ermeni cemaatinin başlıca amacı, adayların sözde Ermeni “soykırımı” konusundaki yaklaşımlarına ve Dağlık Karabağ’ın bağımsız devlet olarak tanınması konularında Ermeniler lehine karar alınmasını sağlamaktır.

Ermeni Milli Komitesi ve Amerika Ermeni Asamblesi, ortaklaşa hazırladıkları anketi Cumhuriyet ve Demokrat Partilerine göndererek, Başkan adaylarının aşağıdaki konularla ilgili görüşlerine açıklık getirmelerini istemiştir:
-          Adayların 1915 olaylarına yaklaşımı ve tanımları,
-          Ermenistan ve Dağlık Karabağ’a ekonomik yardımların arttırılması konusundaki görüşleri,
-          Eski Sovyetler Birliği Cumhuriyetleri’ne ekonomik yardımı öngören “Bağımsızlığın Desteklenmesi Yasası”nda (Freedom Support Act) Azerbaycan’a yardımı yasaklayan 907 sayılı ek maddenin yeniden uygulanması ki bu madde, 11 Eylül 2001’de ABD’ye yapılan terör saldırısından sonra yürürlükten kaldırmıştı.
-          Türkiye’nin Ermenistan’a uyguladığı ekonomik ambargonun kaldırılması için uygulayacakları politika,
-          Dağlık Karabağ’ın bağımsızlığının tanınması,
-          Ermeni kökenli ABD vatandaşlarının devlet yönetim mekanizmalarına yerleştirilmesi.

Demokrat ve Cumhuriyet Partileri bu konular hakkında şimdilik kesin bir görüş bildirmemelerine rağmen, Ermenileri ilgilendiren konularda işbirliği yapacaklarını ifade etmiştir.

ABD Hay Dat Ofisi Başkanı Kiro Manoyan REGNUM Haber Ajansı’na verdiği demeçte Türkiye-Ermenistan ilişkilerini değerlendirmiş, iki ülke arasındaki yapısal sorunları hakkında bilgi vermiştir. Manoyan, Ermeni toplumunun tarihten kaynaklanan nedenlerden dolayı Türkiye’yi düşman ülke olarak algıladığını, Türkiye’nin 1915’te Ermenilere yaptığı “soykırımın” tarihte kalmadığını, yakın geçmişe kadar devam ettiğini, sadece Batı Ermenistan’ın değil, Doğu Ermenistan topraklarının bir bölümünün de Türkiye tarafından işgal edildiğini ifade etmiştir. “Soykırımın” uluslararası alanda ve Türkiye tarafından kabul edilmesi gerektiği yönünde çalışmalara devam ettiklerini bildiren Manoyan, bununla sadece manevi açıdan tatmin olmakla yetinmeyeceklerini, arkasından tazminat konusunun gündeme geleceğini, “soykırımın” Ermeniler için geçmişin değil, geleceğin sorunu olduğunu vurgulamıştır.

30 Temmuz 2004 tarihinde California Eyalet Mahkemesinde “soykırıma” maruz kalan Ermenilerin New-York Life Sigorta Şirketi’ne açtıkları davanın lehlerinde sonuçlanması ve mahkemede “soykırım” kelimesinin kullanılması Ermenileri oldukça umutlandırmıştır. Ayrıca New-York Life Sigorta Şirketi’nin Türkiye’yi dava etme ihtimali olması da Ermenilerin işine gelmektedir.

Türkiye-Ermenistan arasında sınır kapısının açılması konusunda görüşlerini ifade eden Manoyan, kırılgan bir yapıya sahip olan Ermenistan ekonomisinin, ucuz Türk mallarının piyasaya girmesinden sonra Ermeni malları rekabet edemeyeceği için ciddi sorunlarla karşılaşacağı endişesini dile getirmiş, sınır kapıları açılmadan önce Ermenistan Hükümetinin buna karşı gerekli hukuki ve ekonomik önlemleri alması gerektiğini vurgulamıştır.

Sözde Soykırım Propagandasında Yeni Taktik: Türkler de Kabul Ediyor
Sözde “Ermeni soykırımının” uluslararası alanda tanıtılması için son yıllarda Ermenistan hükümeti ve Ermeni diasporası Türkiye’de ve yurtdışında yaşayan ve “Ermeni soykırımını” kabul eden Türk vatandaşlarını bir araç olarak kullanmaktadır. Bu tür bir propaganda özellikle Avrupa ve Amerika’da daha inandırıcı gözükmektedir. Kendilerini Türk vatandaşı ve milliyetçe Türk olarak tanıtan bu kişiler-Halil Berktay, Ali Ertem, Hülya Engin, Doğan Ahanli, Zülfü Livaneli ve Taner Akçam Türkiye’nin 1915 yılında Ermenilere karşı “soykırım” yapıldığını kabul etmesi gerektiğini dile getirmekle Ermenilerin tezini savunmaktadırlar. Yukarıda adı geçen kişilerin bu konudaki bütün görüşleri, yazdıkları kitap ve makaleleri kısa sürede Ermeniler tarafından yabancı dillere tercüme edilerek Avrupa ve Amerika’da yayınlanmaktadır. Yılmaz Karakoyunlu’nun kaleme aldığı Salkım Hanımın Taneleri romanının beyaz perdeye aktarılmasında da Türkiye’deki Ermeni diasporasının ciddi lobi çalışmalarının olduğu bilinmektedir. Türkiye’nin azınlıklara yönelik hoşgörüsünü eleştiren filmin yapım masraflarının Kültür Bakanlığı tarafından karşılanması da ilginçtir.

Ermeniler, Türkiye’deki bazı medya kuruluşlarında sınır kapısının açılmasının gerekliliği konusunda kendi perspektiflerinden haber ve makaleleri rahatlıkla yayınlatabilmektedir. Türkiye’de bazı köşe yazarları da bu konuda yazdıkları yazılarla Türk kamuoyunu etkilemeye çalışmaktadır. Bu arada bazı medya organları bu konuda Türk-Ermeni İş Geliştirme Konseyi’nin de görüşlerini de yansıtmaktadır.  

Ermenistan ve Türkiye’de sınır kapısının açılmasını isteyen bazı çevreler sınır kapısının açılması halinde Ermenistan’dan daha çok sınırda bulunan Kars ve Iğdır’ın ekonomik açıdan kalkınmasının söz konusu olduğunu ileri sürmektedir. Gerçekten de Türkiye’nin bir kısım doğu illeri diğer bölgelere göre ekonomik açıdan daha az gelişmiştir. Ancak Ermenistan ile sınırların açılması bu illerin gelişmesine fazla katkıda bulunmayacaktır. Eğer doğuda Türkiye’nin sınır komşusu Ermenistan değil de daha gelişmiş bir ülke olsaydı, Kars ve Iğdır kısa sürede ciddi ekonomik kalkınma sağlayabilirdi. Ancak Ermenistan’da asgari aylık ücretin 9 Dolar, emekli maaşının 7,5 Dolar, orta düzey maaşların 38 Dolar, olmasına karşın, bir ailenin aylık tüketim sepetinin yaklaşık 66–70 Dolar olduğu dikkate alınırsa, Ermenistan ekonomisinin Kars ekonomisine katkı yapması imkânsız gözükmektedir. Ermenistan ekonomisi iyi düzeyde olsaydı nüfusun yaklaşık yüzde 50’si ülkeyi terk etmez, her yıl sayıları 50–60 bin arasında olduğu tahmin edilen Ermeni, mevsimlik işçi olarak Türkiye’ye çalışmaya gelmezdi. Karsın sınırı paylaştığı Gümrü ve Talin bölgelerinin de Kars’ta olduğu gibi tarımcılık ve hayvancılık ile uğraştığı göz önünde bulundurulursa, sınır kapısının açılması durumunda Kars ekonomisine ciddi zarar vereceği tahmin edilmektedir.

Türkiye Ermenileri gayet rahat bir ortamda yaşayıp sosyal ve kültürel faaliyetlerde bulunmalarına rağmen, özellikle Ermeni diasporası ve Ermenistan Hükümeti uluslararası platformda Ermenilerin haklarının ihlal edildiği ve faaliyet alanlarının kısıtlandığını iddia etmektedir.

Türkiye’deki Ermeni Diasporası ve Lobi Faaliyetleri
Ermenistan’ın “soykırım” propagandasına devam etmesi ve Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımaması, sınır anlaşması yapmaması üzerine, Türkiye Nisan 1993’te Akyaka Sınır Kapısını kapatmak zorunda kalmıştır. Başta Ermeni diasporası olmak üzere, Ermenistan Hükümeti ABD ve Avrupa’daki çeşitli sivil toplum kuruluşları aracılığı ile Türkiye’den sınır kapısını açmayı talep etmektedir. Bunu talep ederken de, Ermenistan’ın ekonomik sorunlarından daha çok, “Batı Ermenistan” diye telakki ettikleri Türkiye’nin doğu illerinin ekonomik sorunlarını öne çıkarmakta, sınır kapısının açılması halinde özellikle Kars ve diğer illerin ekonomik açıdan ciddi bir gelişme kaydedeceğini dile getirmektedirler. Bu konu zaman zaman Ermenistan ve Türkiye basınında da gündeme taşınmaktadır. Bazı Türk basın yayın organları da bu konuda Ermenistan’ın sözcülüğünü yapmaktadır. Bu süreçte Türkiye’de yaşayan ve sayılarının 50–70 bin civarında olduğu ifade edilen Ermenilerin ciddi emeği olduğu söylenebilir. Sayılarının az olmasına rağmen, Ermeniler ciddi bir örgütlenme yapısına sahiptir. Bu örgütlenme sorumluluğunu da Ermeni Patrikliği üstlenmiştir. Patriklik sadece Ermenilerin dini ihtiyacını karşılamakla kalmayıp, Ermeni ulusal kimliği, gelenek ve göreneklerinin korunmasında ve Anavatan olarak tanımladıkları Ermenistan ile ilişkilerin kurulmasında önemli rol oynamaktadır.

Akyaka Sınır Kapısının açılması konusunda Agos gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Hrant Dink’in Birgün gazetesinin 15 Temmuz 2004 tarihli sayısında Medzamor kapatılsın... Sınır açılsın” adlı yorumu yayınlanmıştır. Dink, Türkiye ve Ermenistan arasındaki sorunları sadece Metsamor Nükleer Santrali ve sınır kapısı konusuna indirgemekle çok daha ciddi sorunlar olan “soykırım” propagandasını, Ermenistan’ın Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımamasını ve 1921 Kars Anlaşmasının iptal edilmesi için propaganda çalışmalarını göz ardı etmekle, Türk kamuoyunun görüşlerini etkilemeye çalışmaktadır.

Sınır kapısının açılması için Türkiye’de lobi çalışmaları yapan kişi ve gruplara, bazı imkânlar sağlayan Türkiye Ermenileri kendi görüşlerini Türkler tarafından dile getirmekle bunları Türk aydınının(!) ve halkının talebi gibi kamuoyuna duyurmaya çalışmaktadır.

Ermenistan’ın bağımsızlık sonrası Türkiye politikası değerlendirilirken iki ülke arasında ilişkilerin kurulmasından sonra da sözde soykırım propagandasına devam edeceğini anlaşılmaktadır. Bu durumda Türkiye’nin sınır kapısını açması ve diplomatik ilişkiler kurması, Ermenistan devleti ve kamuoyu tarafından zafer olarak tanımlanacak ve mücadelelerinin haklı olduğuna inanacaklardır. Ayrıca bugün iç politikada yaşanan sorunlar nedeni ile ciddi zorluklarla karşılaşan Koçaryan rejimi, Türkiye’ye karşı baskılarının sonuç verdiğini ileri sürerek konumunu güçlendirmeye çalışacaktır. Hangi bir nedenle olursa olsun (Sınır kapısının kapalı olması veya Ermenistan ekonomisinde yaşanan yolsuzluklar) Ermenistan hükümetinin ekonomik ve sosyal sorunları halledememesi, Türkiye’ye karşı düşman tavır takınan Koçaryan rejiminin zayıflamasına ve hatta iktidardan gitmesine neden olabilir ki, bu tür bir gelişme Türkiye’nin yararına olacaktır. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder