Dr. Hatem Cabbarlı, Avrasya Güvenlik ve Strateji Araştırmalar Merkezi Başkanı
Giriş
20.
yüzyıl insanlık tarihinin ekonomik, askeri, siyasi ve teknolojik bakımdan en
yoğun gelişmelerin yaşandığı dramatik bir yüzyıl olmuştur. 1914 yılında Birinci
Dünya Savaşı yaşanmış, Rusya’da Bolşeviklerin iktidara gelmesi ile dünya iki
kutba ayrılmış, Birinci Dünya Savaşı’nın acılarından ders alınmamış ve 1939
yılında İkinci Dünya Savaşı ortaya çıkmış, insanlar uzayı fethetmiş, dünyayı
bir anda mahvedebilen nükleer silahlar icat edilmiş, ABD’nin 1945 yılında
Japonya’ya attığı nükleer bomba bunun küçük çaplı bir örneğini oluşturmuş,
1990’lı yılların başlarında Sovyet İmparatorluğu dağılmış ve yeni bağımsız
cumhuriyetler kurulmuştur.
21.
yüzyılın başlarında ise Amerika’ya karşı düzenlenen 11 Eylül saldırısı insanlık
tarihindeki ekonomik, siyasi ve askeri bakımdan en kapsamlı değişikliklerin
başlangıcı olmuş ve yeni milat olarak tanımlanmıştır. Özellikle 2002 yılından
itibaren daha yoğun tartışılmaya başlayan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bir
anlamda 11 Eylül saldırısı sonrasında küresel bağlamda yaşanan değişikliklerin
başlangıcı olma özelliğini taşımaktadır. Büyük Ortadoğu Projesinin tartışmaya
açılmasından sonra politikacılar ve akademisyenler tarafından çeşitli teoriler
üretilmeye başlanmış, olumlu veya olumsuz açıdan değerlendirmeler yapılmıştır.
Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra dünyanın jandarması konumuna yükselen
ABD, dünyanın dört bir köşesinde söz sahibi olmuş, olayları istediği şekilde
yönlendirmiş ve büyük ölçüde istediği sonucu almıştır. İki kutuplu dünya
sisteminde silahlanma mücadelesi, ülke ekonomileri ve demokrasinin gelişmesinin
önünde ciddi bir engel teşkil etse de, küçük ve orta büyüklükteki devletlere en
azından hangi kutupta yer almasını seçme fırsatını da vermiştir. Ancak bu
mücadelede Sovyetlerin yenilmesinden ve 11 Eylül saldırısının yapılmasından
sonra ABD, yanında olmayanları karşı cephede göreceğini açıklamış, bu durumda
büyük Avrupa devletleri bile tercihlerini ABD’den yana yapmışlardır. Sovyetler
Birliği’nin dağılmasından sonra ABD, eski Sovyet cumhuriyetlerine ve Doğu Bloğu
ülkelerinde ekonomik, politik ve askeri açıdan söz sahibi olmuş, adeta dünyanın
tek hâkimi gibi davranmaya başlamıştır.
ABD’nin
enerji ihtiyacının büyük bir bölümü Ortadoğu’dan karşılandığı için petrolün
sorunsuz ve devamlı şekilde akışını sağlamak ve bölgede ABD’yi tatmin
edebilecek şekilde istikrar ve güvenliğin sağlanması hayati önem taşımıştır.
Ancak İsrail-Filistin/Arap dünyası karşı durmasının yaklaşık 50 yıldır devam
etmesi, Irak’ta ABD’nin taleplerine boyun eğmeyen Saddam Hüseyin’in dikta
rejiminin devam etmesi (İkinci Körfez Savaşı’nda devrilmiştir), İran ve
Suriye’nin kitle imha silah projesi çalışmalarına hız vermesi, ABD’nin
bölgedeki çıkarlarını tehdit eden en önemli konular olmuştur. 1940’lı yılların
sonu, 1950’li yılların başlarında İngiltere tarafından çizilen Orta Doğu
haritası bugün, ABD’yi tatmin etmemektedir. Orta Doğu’nun özellikle
İsrail-Filistin/Arap dünyası karşı durması sonucunda bölgesel ve uluslararası
terörizmin merkezi haline gelmesi, hem bölgesel hem de uluslararası istikrar ve
güvenliği tehlikeye soktuğu için yeni bir siyasi ve coğrafi yapılanmaya ihtiyaç
duyulmuştur. Ayrıca en önemli konulardan biri de bölgede ABD’nin tek müttefiki
konumunda olan İsrail’in güvenliği sorunudur. İsrail’in güvenliği sorunu
ABD’nin bölge çıkarları ile neredeyse bütünleşmiş ve ana unsurlardan biri
haline gelmiştir.
Bu
makalede, yukarıda ifade edilen görüşler bağlamında özellikle İkinci Körfez
Savaşı’ndan sonra ABD tarafından gündeme getirilen Büyük Ortadoğu kavramına
açıklık getirilmiş, anlamı, amacı ve Türkiye’ye yansımaları bakımından
değerlendirilmiştir. Ayrıca bölge devletlerinin Büyük Ortadoğu Projesine
yaklaşımları ve bu proje çerçevesinde NATO askeri güçlerini bölgeye yerleştirme
çabaları, incelenmiştir.
Orta Doğu Neresidir ve Büyük
Ortadoğu Nereleri Kapsamaktadır? Kavramsal Tanımı
Büyük
Ortadoğu Projesi’nin uygulanmaya çalışıldığı bölge insanlık tarihinin başlangıç
noktası olması, büyük imparatorlukların kurulduğu, Musevilik, Hıristiyanlık ve
İslam dininin ortaya çıkması, bakımından eşsiz bir tarihi geçmişe ve zengin doğal kaynaklara sahip olması
bakımından hayati önem taşıyan jeopolitik konuma sahiptir. Bu nedenle de bölgenin
coğrafi tanımını yapmak gerekmektedir.
Bugün
Ortadoğu olarak adlandırılan bölge, Hıristiyanlığın doğmasından yazılı tarihin
binlerce yıllık döneminde iki büyük devlet arasında bir türlü paylaşılamayan
bir yer olmuştur. Bu coğrafyanın bir parçası-Boğaziçi’nden Nil deltasına kadar
Doğu Akdeniz kıyısında yer alan ülkelerden oluşan batısı Roma İmparatorluğunun,
bölgenin doğusu ise Yunanlıların Romalılardan aldıkları adla Pers ülkesi ve
sakinlerinin de İran diye adlandırdıkları bir başka büyük imparatorluğa ait
olmuştur.[1]
Ortadoğu’nun
diğer eski nehir vadisi uygarlığı-Fırat ve Dicle uygarlığı, Mısır’dan daha eski
olsa da, Mısır devlet ve toplumunun ne birliğini ne de sürekliliğini
göstermektedir. Bölgenin güneyi, ortası ve kuzeyi genelde farklı diller konuşan
farklı halkların toprakları olmuştur.
Bunlar Sümer ve Akadlar, Asurlular ve Babilliler olarak bilinirler. Tevrat’ta buraya Aram Naharayin, yani iki
Nehrin Aramı adı verilir. Helen-Roma dünyasında Mezopotamya denmiştir ki, bu da
aşağı yukarı aynı anlama gelmektedir.[2]
Akdeniz
halkları çok sonraları daha uzakta ve daha büyük bir Asya olduğunu fark edip
tanıdıktan sonra bölgeye “Küçük Asya” adını vermişlerdir. Yüzyıllar sonra ise
“Doğu, “Yakın” ve sonra batı ufuklarından çok daha uzak bir Doğu doğduğunda
“Orta” Doğu olmuştur.[3]
Bir başka görüşe göre “Ortadoğu” terminolojisi Batı dünyası tarafından ifade
edilmiştir. Bulut’a göre, bu kavram İngiliz İmparatorluğu tarafından
kullanılmış ve Arap devletlerinin yanı sıra İsrail, Kıbrıs, Türkiye ve İran’ı
da bu kapsamda ele alınmıştır.[4]
Ancak Amerikalılar tarafından geliştirilen “Yakın Doğu” terimi yalnızca İsrail
ve İsrail’e komşu Arap devletlerini ifade etmektedir.[5]
Akdeniz’e
kıyısı bulunan milletler bölgeyi bu şekilde tanımlarken, kuzeyde bulunan
halklar-başta Ruslar olmak üzere, bölgeyi “Doğu”, “Yakın Doğu”, ve “Ortadoğu”
kelimeleri ile tarif etmişlerdir. Bugünkü anlamıyla Ortadoğu coğrafyası Mısır,
Arap yarımadası, aralarında Suriye, Irak ve İran’ın dahil olduğu Doğu Akdeniz
ülkeleri sınırlarını kapsamaktadır.[6]
Ancak
20. yüzyılın sonu, 21. yüzyılın başlarında küresel anlamda yaşanan ekonomik,
siyasi, askeri ve kültürel gelişmeler Ortadoğu bölgesinin coğrafi ve siyasi
açıdan tanımlanmasında bazı değişikliklerin yapılması gerekliliğini de
beraberinde getirmiştir. Aslında coğrafi adlar ve sınırlar bütün dünya
tarafından bir anlamda tanımlanmasa da genel olarak kabul görmüş bir şekli
vardır. Bu tür coğrafi sınırlar ve siyasi tanımlar zaman zaman büyük devletler
tarafından kendi çıkarları çerçevesinde yeniden adlandırılmaktadır. Bugün,
ABD’nin gündeme taşıdığı BOP da bu tür bir girişimin sonucudur. Bu konuda
değerlendirmelerde bulunan bazı araştırmacılar BOP’un daha 1980’li yılların
sonlarında, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının kesinleşmesinden sonra hazırlanmaya
başlandığını iddia etmektedir.[7]
Ancak bu proje Joint Force Quarterly
(JFQ) adıyla National Startegic Studies ve National Defense University tarafından Amerikan ordusu için
çıkarılan derginin Sonbahar 1995 yılı sayısında Büyük Ortadoğu (The Greater Middle East) adlı makalenin
yayınlanmasıyla resmi bir şekilde
açıklanmıştır.[8]
İki kutuplu sistemin ortadan kalkmasından ve
Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra ABD, ortaya çıkan uygun uluslararası ortamda
kendi çıkarları doğrultusunda küresel anlamda ciddi değişiklikler yapma
fırsatını yakalamış ve bunu değerlendirmeye çalışmıştır. BOP, Kuzey Afrika’dan
başlayıp, Mısır, Sudan, İran, Irak, Suriye, Suudi Arabistan, tüm Emirlikler,
Ürdün, İsrail, Yemen, Lübnan, Afganistan, Kafkasya (Azerbaycan, Ermenistan ve
Gürcistan) ve Orta Asya ülkelerini kapsamaktadır.[9]
ABD, yukarıda gösterilen ülkeleri sınırları içine alan BOP’u sadece coğrafi bir
kavram olarak değil, ekonomik, politik, askeri anlamda özellikle de enerji
güvenliğinin sağlanması bakımından jeopolitik bir alan olarak
değerlendirmektedir. Ekonomik ve siyasi açıdan hızla bütünleşen Avrupa Birliği
(AB), 21. yüzyılın ortalarına doğru dünya devleti olmaya çalışan Çin’in bu
yöndeki başarılı girişimleri, ABD’nin bu coğrafyada ekonomik ve siyasi açıdan
yeni düzenlemelere gitmesine neden olmuştur. Bunların yanı sıra bölgede
yerleşen ve üç tarafı Arap devletleri ile kuşatılan İsrail devletinin güvenliği
ve İsrail merkezli bir Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması da söz konusu
olmuştur. Kurulduğu 1949 yılından itibaren Arap devletleri ile beş defa savaşan
ve her defasında sınırlarını biraz daha genişleten İrsal devleti, bugünkü
coğrafi ve siyasi konumunun Arap dünyası tarafından tehdit edildiğini öne
sürmektedir. Özellikle Suriye ve İran’ın nükleer ve kimyasal silah elde etme
girişimleri İsrail devletinin güvenliğini tehlikeye sokmaktadır. BOP konusunda
yapılan değerlendirmelerin bazılarında ise bu projenin gerçek sahibinin
Yahudiler, uygulayanın ise ABD olduğu ifade edilmektedir.[10]
Büyük Ortadoğu Projesinin
Anlamı
ABD’nin
BOP girişimi 1975 Helsinki Anlaşması ile uygulamaya konan Amerikan stratejisine
benzetilmektedir. Bu anlaşma ile Sovyetler Birliği başta olmak üzere, komünist
rejimle yönetilen Doğu Avrupa ülkelerine, Batının demokrasi ve diğer
değerlerinin nüfuz edilmesi sağlanmıştır. Helsinki Anlaşması bir örnek olarak
bugün Ortadoğu’da uygulanmaya çalışılmaktadır.[11]
BOP,
sadece Ortadoğu bölgesine ait olan bir proje değildir. Bu proje ABD’nin dünya
devleti, dünya gücü olma yönündeki genel politikasının bir parçasıdır. Peki
neden bu girişimlere Ortadoğu’dan başlandı diye kendi kendimize soracak olursak
bunun yanıtını da aramak gerekmektedir. Her şeyden önce küresel güç olma
yönündeki genel planın uygulanmaya konması ve başarı ile yerine getirilmesi
için ABD ekonomik gücünün temel kaynağı olan enerji ihtiyacının karşılandığı
bölgede güvenlik ve istikrarı sağlamaya mecburdur. Bu hem ekonomik hem de
siyasi açıdan ABD’nin başarılı olup olmayacağını kanıtlayan bir bölgedir.
Ortadoğu ülkelerinin büyük bir çoğunluğu yarım yüzyıldır (Türkiye ve İsrail
hariç) neredeyse aynı grup veya sülaleler tarafından yönetilmekte, aynı
sorunları yaşamaktadır. Her ne kadar bölgede yaşanan en büyük sorunların
kaynağını ABD’nin desteklediği İsrail oluştursa da, Arap İslam dünyası da kendi
aralarında anlaşmakta zorlanmaktadır. Zaten anlaşabilselerdi İsrail’in
yayılmacı politikasını büyük bir ölçüde engeller ve Filistin davası bu kadar
büyük bir sorun niteliği taşımazdı.
Dünyanın
siyasi haritasını göz önünde bulundurursak ve sorunlu bölgeleri kırmızı renkle
işaretlersek hemen hemen bütün Ortadoğu bölgesinin kırmızı renkle kapalı olduğu
görülecektir. Elbette Latin Amerika ve eski Sovyet Cumhuriyetleri bölgesi ve
Güney Doğu Asya bölgelerinde de bazı ülkeleri kırmızı renkle işaretlemek
mümkündür. Ancak dünyanın başka hiçbir bölgesi Ortadoğu kadar karmaşık ve
onarılması zor olan sorunlarla karşı karşıya değildir. Diğer bölgelerde de bu
tür sorunların olduğunu kabul etsek bile, jeopolitik açıdan ve ABD’nin
geleceğinin belirlenmesi açısından bu bölgelerin büyük önemi olmadığı
görülecektir. Her şeyden önce Uzakdoğu bölgesindeki sorunlar ABD’nin geleceğini
etkileyecek (Çin hariç) türden sorunlar değildir ve Japonya’da konuşlanan ABD
askeri üsleri aracılığı ile bu sorunlar kontrol altında tutulabilmektedir. Komünist
yönetim sisteminin ortadan kalkmasından sonra Doğu Avrupa ülkelerinin neredeyse
tamamı AB ve NATO üyesi olma girişimindeler. Yugoslavya krizi yaşansa da durum
belirli bir ölçüde kontrol altına alınmış bulunmaktadır. Yugoslavya krizine geç
müdahale edilmesinin nedenlerinden biri de bölgede başat duruma gelmek için
Avrupa devletlerinin kendi aralarındaki ve genel olarak Avrupa ve Amerika
arasındaki anlaşmazlıklar olmuştur. Orta Asya’daki enerji kaynaklarının
güvenliğini tehdit edecek konumda bulunan bir tek Afganistan vardı ve 11 Eylül
2001 saldırısından sonra ABD bu bölgeye de yerleşmiş bulunmaktadır. ABD’nin
Afganistan’da tam başarı sağlanması konusu tartışılsa da büyük bir ölçüde
kontrolü sağlamış bulunmaktadır. Kafkasya bölgesinde Azerbaycan-Ermenistan
Savaşı ve Gürcistan’da iç savaşların yaşanmasına rağmen, bugün bu sorunlar
aktif halde değildir. Kuzey Kafkasya’da Rus-Çeçen karşı durması ise ABD’yi
fazla etkilememektedir. Atlantik’in diğer sahilinde yaşanan sorunlar da ABD
tarafından kontrol edilmektedir.
Ortadoğu petrollerine makul bir miktarda giriş ve makul bedeller,
muhtemelen yaşamsal çıkarlar olarak kalacaktır. Dünya petrol rezervlerinin
büyük bir oranı Büyük Orta Doğuda bulunmaktadır. Körfez ülkeleri tek başlarına
dünya petrol rezervlerinin % 65’ine sahiptir. Geçen 20 yıl boyunca talep ve
tüketim modellerindeki değişime rağmen, sanayileşmiş dünya petrolünün % 35’i
körfezden geliyordu. En büyük petrol rezervlerine sahip olan 5 ülkenin hepsi de
Orta Doğuda bulunuyor.[12]
Eğer bölge Hazar petrolü ve doğalgazını da içeriyorsa-ki gelecekte bu bölgeden
elde edilecek üretimin büyük bir kısmı Doğu Akdeniz ülkeleri ya da körfez
yoluyla ihraç edilecektir-bölgenin enerji kavramındaki yeri büyük oranda
kuvvetlendirilecektir. Doğu Avrupa ve Asya’nın artan enerji ihtiyacı; talepteki
büyük baskı ve bölgenin petrol kaynaklarının stratejik öneminin daha da artması
üzerine yerleşecektir. Her ne kadar dünya petrol üretimi çok hızlı bir şekilde
artıyorsa da, dünya rezervleri bundan daha hızlı arttı ve bu yeni eklemelerin
en büyük kısmı Orta Doğuda ortaya çıktı. Irak ya da İran’dan petrol zengini
Arap yarımadasına gelecek saldırılar kuşkusuz Çöl Fırtınası Operasyonu
dizilerindeki Amerikan askeri cevabına bir tetik olacaktır.
İkinci
Körfez Savaşı’nda ABD kısa sürede Saddam rejimini devirmeyi başarsa da
güvenliğin sağlanmasında ciddi bir başarı sağladığı tartışmaya açık bir
konudur. Ortadoğu kaynaklı terörizm Avrupa devletlerinde de görülmeye
başlanmış, Irak’ta ABD askerlerine karşı intihar saldırıları artmış ve bu
saldırılarda ölen ABD askerlerinin sayısı savaş zamanı ölenlerin sayısından
fazla olmuştur. Bu savaşta, hem Avrupa hem de Ortadoğu ülkeleri her ne kadar
ABD’nin askeri müdahalesine sessiz kalmışlarsa da ciddi bir destek söz konusu
olmamıştır. Türk Parlamentosu Kuzey Cephesinin açılması hakkında alması
muhtemel görünen kararı almamış, Suriye’den gönüllü birlikler, El Kaide terör
örgütü üyeleri Irak sınırlarından sızarak ABD askerlerine karşı savaşmıştır.
Bu
tür soruların ortaya çıkmasına neden olan konulardan biri de ABD’nin Irak’a
saldırısının neden Büyük Ortadoğu projesi çerçevesinde değil de bu projenin
Irak’a saldırılmasından çok sonra gündeme taşınmasıdır. Muhtemelen ABD Irak’ta
kısa sürede kontrolü sağlayacağını ve bundan sonra BOP’u açıklarsa destek
alabileceğini düşünmüştür. Ancak Irak’ta savaşın uzaması ve istikrar sağlamayı
başaramayan ABD, BOP’u açıklayarak destek arayışına başlamıştır. BOP’da bölge
devletlerini yöneten güçler için değil, bölge halkının sosyal, ekonomik ve
siyasi ihtiyaçlarının karşılanması bakımından önemli olan insan hakları,
demokrasi, kadın hakları, serbest siyasi irade, ifade özgürlüğü, gelirlerin
eşit paylaşılması, liberal ekonomi gibi prensipler mevcuttur. Bu prensiplerin
uygulanmaya konması bölge halkını değil, yönetici kesimi ciddi şekilde rahatsız
etmektedir. Çünkü yarım yüzyıllık bir mazide elde ettiklerinin büyük bir
bölümünü kaybedeceklerdir.
BOP’un
temel prensiplerinin demokrasi ve insan hakları olduğu iddia edilmektedir.
Acaba Amerikan yönetimi yaklaşık yarım yüzyıldır bölgedeki totaliter rejimleri
desteklerken neden birdenbire demokratik ilkeleri ön plana çıkarmaktadır?
Aslında ABD açısından çıkarlarının olduğu ve bu çıkarlarının korunduğu bölge
halklarının hangi rejimlerle yönetildiğinin hiçbir anlamı yoktur. İster totaliter,
ister dikta, isterse de demokratik şekilde yönetilsin, ABD’nin çıkarlarına ters
düşmediği sürece bu bir sorun değildir. ABD bu rejimleri yarım yüzyıldır
sömürerek, aynı rejimlerden halkların milli duygularına baskı uygulama ve
Filistin direnişini içeriden bitirme aracılığıyla Siyonist projeye hizmet
yolunda büyük bir ölçüde yararlanmıştır.
ABD, bu rejimlerin ömrünün artık bittiğini, omuzlarında güvenlik ve ahlaki
açıdan bir yük oluşturduklarını düşünmektedir.[13]
Projenin
gerçek anlamı ABD’nin iddia ettiği gibi bölge devletlerinde demokrasinin
yerleşmesini sağlamak değildir. ABD gerçekten de demokrasinin kurulmasına
çalışıyorsa bu projeye kendi kıtasında bulunan antidemokratik rejimleri
devirmekle başlamalıdır. Kendi yanı başında totaliter rejimle yönetilen ülkeler
varlığına devam ederken, Atlantik’in diğer kıyısında demokrasi geliştirmek
çabası fazla inandırıcı gözükmemektedir.
ABD
bu projeyle bir anlamda dünyaya meydan okumaktadır. Avrasya
coğrafyasında-Batıda bulunan devletler Avrupa Birliği çatısı altında birleşerek
ortak ekonomik ve dış politika izlemeye çalışmaktadırlar. Eski Sovyetler
Birliği ülkeleri ve Doğu Avrupa ülkeleri de ABD’nin hegemonyasını kabul etmiş
gözükmektedirler. Bu coğrafyada sadece Çin’in varlığı ve yürütmeye çalıştığı
dış politika ABD’nin geleceğe yönelik politikasını engellemek gücüne sahiptir.
ABD bu projeyle (eğer başarılı bir şekilde uygulayabilirse) yakın 30 yılda ne
AB’ye ne de Çin’e süper güç olma imkanı tanımayacaktır. Bu proje ile ABD sadece
Ortadoğu petrollerini değil, aynı zamanda Hazar havzası enerji kaynaklarını de
kontrol edecektir. Zaten bugün Hazar havzası enerji kaynaklarının büyük bir
bölümü ABD’nin kontrolü altında ve petrol boru hatları ABD’nin projeleri
(Bakü-Tiflis-Ceyhan) temelinde inşa edilmektedir.
Büyük Ortadoğu Projesinin
Amacı
BOP,
ABD tarafından klasik sömürgecilik anlayışının demokrasi perdesi arkasından
yeni bir biçim ve mantıkla uygulamaya çalıştığı bir plan mıdır? Ekonomisinin
büyüme trendinin devam etmesi ABD için hayati önem taşımaktadır. Dünya nüfusunun
% 5’ni oluşturmasına rağmen, dünya gelirinin % 40’nı kontrol eden ABD’nin
enerji akışının sürekliliğini ve enerji kaynaklarının bulunduğu bölgede
istikrar ve güvenliği sağlamak ABD için bir zorunluluk olarak algılanmaktadır.
ABD ekonomistlerinin yaptıkları hesaplamalara göre, küresel petrol ihtiyacı 2030 yılına kadar her
yıl % 1.6 oranında artarak günde 75 milyon varilden 120 milyon varile
yükselecektir. ABD 2029 yılında ithal
edilecek petrol için yılda 150 milyar Dolar ödemek zorundadır. Bu tarihte
Çin’in petrol ihtiyacı yüzde yüz artacak, AB ülkeleri tükettikleri petrolün %
92’sini ithal edecektir.[14]
Dünya enerji talebinin bu şekilde artış göstermesi, ABD’nin Ortadoğu bölgesine
yönelik yeniden yapılandırılmasında başlıca amacının ne olduğu hakkında fazla
yorum yapmaya ihtiyaç yoktur.
Ortadoğu
toplumları içinde öncelikle tartışılan önerilerin, eğilimlerin bütün olarak
bölgenin şekillenmesinde temel bir etkisi olacaktır. Bu temel yönlendirmeler
şunları içermektedir:
·
Yeni askeri teknolojiler ve stratejiler
çerçevesinde stratejik ağırlığın arttırılması,
·
Güvenliğin ve bölgesel
jeopolitiğin artan ekonomik boyutu,
·
Çevresel güvenliğin uzaması ve
yayılmasının bir sonucu olarak Ortadoğu ile komşuları arasındaki geleneksel
ayırımın erozyonu,
·
Ülkesel statüye dair tehditler ve
çözülmemiş bölgesel uyuşmazlıklar,
·
Yeni güvenlik hattı,
·
Ekstra bölgesel güçlerin
rolü-hepsinden önce Birleşik Devletler.[15]
Yukarıda
ifade edilen varsayımların uygulanması, dünya hâkimiyetine sahip olmak için
iddialı olan ABD için jeopolitik ve jeoekonomik bir zorunluluktur.
ABD,
çıkarlarının daha kritik bir şekilde sorgulandığı bir dönemde, BOP, Amerikan
politika belirleyicileri için daha yüksek riskler taşımaya devam ediyor. Daha
uzun bir dönemi (2025’e doğru) ele alan perspektif için Amerika’nın anahtar
ulusal çıkarları şunları içermektedir:
·
İsrail’in bekası ve Ortadoğu barış
sürecinin tamamlanması,
·
Petrol girişini arttırma,
·
Düşman bir bölgesel gücün ortaya
çıkmasının önceden durdurulması,
·
Kitle imha silahlarının
yayılmasının durdurulması,
·
Siyasi ve ekonomik reformları
ilerletmek ve bunu iç dengelere yansıtmak,
·
Terörizmi kontrol altında tutmak[16]
Ayrıca
ABD’nin bu projesi sadece Ortadoğu ülkelerini kapsamamaktadır. Eski Sovyetler
Birliği coğrafyasında bulunan Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri de bu proje
kapsamına alınmaktadır. Bu bölgelerin jeopolitik konumu, zengin enerji
rezervlerine sahip olması ve bölgede yaşanan istikrarsızlıklar, ABD’nin bölgeyi
kontrol altına almak isteğini daha da güçlendirmiştir.
ABD’nin BOP’u uygulamaya çalıştığı zaman da dikkat
çekicidir. Yaklaşık on yıldır bölge yönetimlerinin ve
halklarının ABD karşıtı görüşlerinde ciddi bir artış söz konusudur. 2001 yılından sonra ABD’ye ve dünya
devletlerine karşı düzenlenen terör eylemlerinin arkasında Suudi Arabistan’ın
resmi dini olarak kabul edilen Vahabiliğin durması da etkili olabilir mi?
Vahabiliğin bu konuda etkili olmasının yanı sıra bölge halklarının da demokrasi
ve doğal kaynakların eşit paylaşılması yönündeki girişimleri de bu nedenlerden
biridir.[17] ABD
demokrasiyi bölgeye getirmek istemekle hem bölge halklarının ABD karşıtı
görüşlerinin azalmasına hem de halk bazında destek sağlamayı
amaçlamaktadır.
BOP’un uygulanmasında diğer bir neden ise İsrail’in güvenliği ve barış
sürecidir. Birleşik Devletler, İsrail’in kuruluşundan beri güvenlik ve refah
taahhüt etti ve bu taahhüt barış süreci görüşmelerinde neredeyse anahtar bir
çıkar olarak kaldı. Önümüzdeki 10 yıl boyunca Amerikan politikası Ortadoğu
barış sürecinin ilerlemesinin, kuvvetlendirilmesinin ve tamamlanmasının
getireceği paralel ulusal çıkarlar tarafından şekillendirilecektir. Kapsamlı
barışın sağlanması güvenlik garantisi ve izleme taleplerinin yükselişini de
beraberinde getirecektir. Başarısızlık ise caydırıcılık ve yeniden güvence
verme konusundaki geleneksel talepleri daha da arttıracaktır. Aynı zamanda
İsrail’in refah ve askeri yeteneğinin artışı ve Birleşik Devletlerin ekonomik
gerçeklerinin artışı-bu çıkar imalarına tahammül etme seviyesini
şekillendirecektir.[18]
Arap/İslam Devletlerinin
BOP’a Yaklaşımları
ABD,
BOP üzerine yaptığı değerlendirmede başlıca amacının demokrasi ve insan
haklarının korunması, terörizmle mücadele, bölgesel ve uluslararası istikrar ve
güvenliğin sağlanması olduğunu çeşitli vesilelerle dile getirmiştir. Aslında
projenin adı bile gelişmelerin bölge devletlerinin değil, ABD’nin lehine
olacağını göstermektedir. Neden Ortadoğu Birliği değil de Büyük Ortadoğu? Her
şeyden önce Ortadoğu Birliği adı altında bu tür bir yapılanma mantıksal olarak
bölge devletlerinin ulusal kimliğini ve egemenliklerini korumak şartıyla bir
çatı altına toplanması demektir. BOP konusunda yapılan değerlendirmede ise
ABD’nin çıkarlarının ön planda olduğu anlaşılmaktadır. Neden bu tür bir girişim
bölge ülkeleri tarafından değil de ABD tarafından başlatılmıştır? Elbette bölge
ülkelerinin birçoğunun totaliter rejimlerle yönetilmesi, yer üstü ve yeraltı
kaynakların beraber paylaşılmaması bir anlamda bu sorumuzu cevaplandırabilir.
Ancak dışarıdan dayatma mekanizması ile bu tür bir projenin uygulanması büyük
bir ihtimalle bölge devletlerinin elit tabakası tarafından
kabullenilmeyecektir. Arap halkı, elitlerinden farklı olarak BOP projesinde
öngörülen demokratik sistemin kendi ülkelerinde de kurulmasını istemektedir.
Ancak bu sistem iktidarlar tarafından uygulanmamaktadır. ABD’nin zorlaması ile
bu sistemin uygulanması sürecinde yaşanmasına ihtimal verilen iç çatışmalardan
Arap halkı rahatsız olacaktır. Zira yakın geçmişte Irak’ta başlayan ve hala
devam eden iç çatışmalar ciddi bir örnek oluşturmaktadır.[19]
BOP’un
Ortadoğu ülkeleri tarafından kabul edilmesi için ABD bazı konularda
taahhütlerde bulunmaktadır. Projeyi uygulamaya başlayan devletler imtiyazlı
muamele ve destek görecek ve mali yardımlar alacak ve bu çerçevede:
·
Dünya Ticaret Örgütü’ne
alınmasında kolaylık sağlanacak,
·
ABD ile serbest ticaret anlaşması
imzalanacak,
·
Ortadoğu’da kurulacak finans
merkezlerine üye yapılacak.[20]
ABD, Ortadoğu ülkelerinde yapılması
öngörülen reform sürecinde:
·
Kadınların özgürleştirilmesi,
·
Yargı reformlarının yapılması,
·
Medyanın yeniden yapılanması,
·
Parlamentoların işlevlerinin
arttırılması,
·
Sivil toplum örgütlerinin siyasi hayatta öne
çıkmasını talep etmektedir.[21]
Yukarıda
ifade edilen reform çalışmalarının bölge devletleri tarafından yapılması
ihtimali oldukça zayıftır. Ancak bölge ülkeleri bu reformların yapılması için
ABD baskısı ile karşı karşıya kalacaklarını da bilmektedir. Bir anlamda bu
reformlar artık bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bölge ülkelerinde
yıllardır kadın hakları sınırlandırılmış, yargı tarafsız olmamış, medya devlet
kontrolünde olmuş, Parlamentolar iktidarın talepleri doğrultusunda kanunlar
kabul etmiş ve sivil toplum kuruluşlarının normal faaliyetine izin
verilmemiştir. Bu bağlamda birdenbire reform çalışmalarının başlatılması ve nasıl
bir sonuca varacağı yönündeki belirsizlik, yönetici kesimi hiç şüphesiz
endişeye sokmaktadır.
ABD,
İkinci Körfez Savaşı’nın bitmesinden sonra Washington’da El Hurra (Özgür) adlı
Arapça yayın yapan televizyon kanalını hizmete sokmuştur. 62 milyon dolar bütçeye
sahip olan El Hurra, uydu alıcılarıyla Ortadoğu bölgesinde de izlenebilecektir.
ABD Başkanı George Bush yaptığı açıklamada, hedeflerinin “İslam dünyasında
yayılmaya çalışan nefret propagandasını durdurmak”[22]
olduğunu ifade etmiştir. Ancak son zamanlarda BOP’un gündeme taşınmasında sonra
bu televizyon kanalının sadece “nefret propagandasını” durdurmaya yönelik
olmayacağını aynı zamanda BOP’un reklam edilebileceğini göstermiştir.
BOP’u
Arap devletlerine tanıtmak ve destek sağlamak amacıyla ABD Dışişleri Bakan
Yardımcısı Marc Grossman bölge devletlerinden Mısır, Bahreyn ve Suriye’yi
ziyaret etmiş ancak olumlu yanıt alamamıştır. Konu ile ilgili olarak Mısır ve
Suudi Arabistan yaptıkları açıklamada, dışarıdan Arap ve İslam ülkelerine
dayatılmaya çalışan reformları reddettiklerini ifade etmiştir.[23]
Arap Birliği Genel Sekreteri Emir Musa da ABD’nin Arap dünyasına dayatmaya
çalıştığı projeyi değerlendirirken görüşlerini “Sanki Ortadoğu deneme tahtası olacakmış gibi gökten girişim yağıyor”[24]
şeklinde ifade etmiştir.
Bölge
devletleri bugün BOP’un uygulanmasına karşı çıksalar da ABD’nin bölge
halklarına yönelik propaganda çalışmaları sonucunda bu tür talepler halk
tarafından gelebilir ve daha beklenmedik sonuçlar ortaya çıkarabilir.[25]
Arap devletlerinin bu reformları yıllar önce uygulamaya koymaları gerekirdi.
Ancak totaliter rejim ve yönetim felsefesi bu reformların önünü tıkamıştır. Bu
konuda ABD baskısı olsun veya olmasın, bölge ülkeleri çok daha geç kalmadan bu
reformları başlatmalıdır. Aksi taktirde ABD bu konuda Arap halklarının
desteğini arkasına alarak rejimleri bile değiştirmeyi göze alabilir.
BOP’un Uygulanması Aşamasında
Türkiye’nin Önemi ve Rolü
BOP
gündeme taşındıktan sonra Türkiye’nin bu projeye ilişkin görüşleri Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkanı Bush’la Beyaz Saray ’da
buluşmasından sonra belirginlik kazanmıştır.[26]
Bu tarihten itibaren Türkiye’de siyasetçiler, basın, yayın kuruluşları ve
akademisyenler konuyla ilgili olumlu veya olumsuz çeşitli değerlendirmelerde
bulunmuş ve bu değerlendirmeler halen devam etmektedir. Tartışılan başlıca
konulardan biri de Türkiye’nin BOP’da önemi ve rolü olmuştur. Bir Ortadoğu
ülkesi olmasına rağmen, kurulduğu 1923 yılından günümüze kadar Avrupa’nın
demokratik ve laik yapısını temel alarak bu yönde ilerleyen Türkiye, bugün
BOP’da nasıl bir rol oynamalıdır? Ortadoğu ülkelerinin yönetildiği despot ve
totaliter rejimlerden farklı olarak 81 yıldır demokratik bir rejim benimseyen
Türkiye, 1964 yılından itibaren AB üyesi olmak için mücadele vermektedir.
Türkiye’nin AB üyesi olmak yolunda verdiği mücadele BOP’un uygulanması
aşamasında her hangi bir kesintiye uğrar mı? Türkiye kendisini bu projenin
neresinde görüyor veya ABD’ bu projede Türkiye’ye nasıl bir rol vermiş
bulunmaktadır’ Bu proje uygulanırsa, Türkiye’nin egemenliği tartışılır hale
gelir mi? Türkiye’nin laik ve demokratik devlet sistemi Ortadoğu ülkeleri için
bir model olabilir mi?
Bu
tür soruları yanıtlamadan Türkiye’nin BOP’da önemi ve rolü hakkında belli başlı
fikir yürütmek mümkün değildir. Her ne kadar ABD, Türkiye’yi BOP’da görmek
istese de Türk hükümeti bugünkü jeopolitik denklemleri göz önünde bulundurarak
bu projeye katılıp katılmamasına kendisi karar vermelidir.
Her
şeyden önce, Türkiye’nin içinde bulunduğu bir bölgede küresel bir değişiklik
söz konusuysa ve bu gidişatı durdurmak yeteneğine sahip değilse, Türkiye
siyasi, ekonomik ve askeri çıkarlarını maksimum düzeyde koruyabilmek şartıyla
bu değişikliğin içinde yer almalıdır. Bu tür bir değişikliğin içinde bulunup,
gelişmeleri etkilemek için Türkiye’nin güçlü ekonomik ve siyasi mekanizmalara
sahip olması gerekmektedir. Bugün Türkiye bu tür mekanizmalara sahip değildir.
Türkiye’yi ABD için cazip kılan Türkiye’nin ekonomik ve siyasi gücü değil,
demokratik ve laik yapısıdır.
Yukarıda
ifade edilen bu görüşlerin yanı sıra bölgesel ve küresel anlamda yaşanan
değişiklikler de göz önünde bulundurulmalıdır. Bugün Türkiye, uluslararası
politikada ciddi bir şekilde köşeye sıkıştırılmıştır. Kıbrıs sorununun
çözümünde taviz vermeye zorlanmış, AB üyeliğinde belirsizlik halen devam
etmektedir, Ermenistan sözde soykırım suçlamaları ile Türkiye’nin imajını ciddi
şekilde zedelemiştir. AB üyesi olma yolunda ilerleyen Türkiye’yi, AB üyesi olan
ülkelerin yerel veya ulusal meclisleri/Parlamentoları soykırımla suçlamaktadır.
ABD, Türkiye’yi hayati önem taşıyan Irak’taki askeri ve siyasi gelişmelerin
dışında bırakmıştır. Kuzey Irak’ta ABD, Türkiye’den daha çok bölgedeki Kürt
gruplaşmaları ile işbirliği içinde olmuş, Türkiye’ye karşı bazı terör
örgütlerini (PKK) gizli veya açık bir şekilde desteklemiş veya en azından bu
örgütlerin faaliyetine göz yummuştur. Türkiye BOP’da yer almak istiyorsa, bu gelişmelere
dikkat etmeli ve ne tür baskılarla karşılaşırsa karşılaşsın çıkarlarının en çok
korunduğu cephede yer almalıdır. Tabii ki bunun için de hükümetin güçlü bir
siyasi iradeye sahip olması ve olayları hükümetin devamı açısından değil,
Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından değerlendirmelidir.
Kasım
2003 seçimlerinden sonra tek başına iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi
(AKP), köken itibarıyla dini değerleri öne çıkaran bir partiden gelmektedir.
Ancak dini görüşleri farklı bir açıdan yorumlayarak kendilerini muhafazakâr
demokratlar olarak tanıtmıştır. Aslında AKP hükümetinin BOP’de nasıl bir rol
üstleneceğine son bir buçuk yıllık iktidarı döneminde izlediği ekonomik ve
siyasi politikaları değerlendirerek açıklık kazandırmak mümkündür. Tabii ki AKP
hükümeti ekonomik anlamda ciddi başarılara imzasını atmıştır. Ancak bu
başarılara paralel olarak siyasi ve askeri anlamda bazı konularda başarılı
olmadığı gözlemlenmiştir. Kıbrıs sorununda taviz vermeye zorlanmış, Irak’taki
yapısal değişikliklerin dışında kalmış, Türkiye’nin ulusal çıkarları göz ardı
edilmiştir. Bugün Türkiye’nin karşılaştığı sorunların tamamı (Kürt meselsi,
Kıbrıs’ta 1960’lı yıllarda Türklere karşı yapılan katliamlara seyirci
kalmaları, Irak Türkmenlerinin siyasal ve ekonomik hayattan dışlanmaları ve.b)
“müttefik” olarak kabul ettiği ABD ve Avrupa ülkeleri tarafından ortaya
çıkarılmıştır. Peki, uluslararası ortamda değişen ne oldu da ABD, BOP’da
Türkiye’yi yanında görmek, demokratik ve laik yapısını bölge ülkelerine örnek
göstermek istemiştir. Aslında değişen hiçbir şey yoktur. Sadece ABD’nin bugünkü
çıkarları bunu gerektirmektedir. ABD’nin başlıca amacı Türkiye’yi bölgede
ekonomik, siyasi ve askeri bakımdan güçlü bir devlet yapmak değildir ve olamaz
da.
“Türkiye, tarihi, coğrafi, iktisadi, dini ve kültürel bakımdan Büyük
Ortadoğu’nun bir parçasıdır. Sonuç itibarı ile bölgede yaşanan bütün askeri,
siyasi, ekonomik ve fikri gelişmelerden etkilenmektedir. NATO üyesi olan
Türkiye’nin ABD ile köklü ekonomik, askeri ve kültürel ilişkileri vardır. Bir
yandan projeyi geliştiren tarafın yanında yer almaya zorlanırken, diğer yandan
da değiştirilmesi öngörülen ülkeler arasında yer almaktadır. Bu süreçte Türkiye
değişim/dönüşüm için dört farklı kaynaktan baskı görecektir;
·
AB üyeliği yolunda uzunca bir
süreden beri var olan değişim baskıları,
·
BOP ile başlayacak olan ekonomik,
sosyal ve siyasi alanlardaki değişim baskıları,
·
Türkiye’nin kendi iç
dinamiklerinden beslenecek olan baskılar,
·
Söz konusu projenin Türkiye’yi
çevreleyen Kafkaslar, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz devletleri ve halkları üzerinde
yaratacağı değişimin Türkiye’ye yansımaları.”[27]
Bu arada proje gündeme geldikten sonra bazı medya kuruluşları bunun bir
Türk projesi olduğunu savunmaya başlamıştır. Bu konuda yapılan
değerlendirmelerde “projenin yaşayabilmesi ve uygulamada büyük zorluklarla
karşılaşmaması için, projenin, sahip çıkacak ülkeler ve halklar tarafından iyi
anlaşılması ve gönüllü benimsenmesi gerekir. Türkiye’nin girişimi böyle bir
anlayış ve benimsemeyle karşılanmaya değecek değerde” [28]
şeklinde ifade edilerek BOP’un peşinen kabul edilmesi yönünde propaganda
yapılmaktadır.
Projeyi uygulamaya çalışan ABD’nin, Türkiye’yi ikna etmek için
vurguladığı başlıca temel noktalar şunlardır:
·
Türkiye’nin demokratik ve laik
yapısının bölge ülkelerine örnek olması,
·
Türkiye’de iktidarda olan ılımlı
İslami görüşün (veya Sufi İslam) bölge ülkeleri tarafından da kabul edilmesi
olasılığı.
ABD Başkanı Bush’un “Türkiye’nin kendi laik ve demokratik sistemine
yönelik tüm tehditlere karşı direndiğini, ancak Türklerin hala İslam dinine
saygılı, muhafazakar olduklarını….”[29]
ifade etmesi yukarıda belirtilen görüşleri doğrular niteliktedir. Bu projeden
Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve askeri bakımdan nasıl bir kazancı olacağı
hususu ise halen belirsizdir. Bölgede yapılması planlanan sosyal, ekonomik,
siyasi ve askeri alandaki değişim ve dönüşümlerden Türkiye’nin nasıl
etkileneceği veya Türkiye’deki değişimin boyutlarının ne olacağı konunda da kamuoyu
fazla bilgilendirilmemiştir. ABD’de faaliyet gösteren Freedom House kuruluşu
2003 yılı raporunda bölge ülkelerinden sadece İsrail’i demokratik ülke olarak
kabul etmiştir. Devlete yakınlığı ile bilinen bu kuruluşun Türkiye’yi
demokratik bir devlet kabul etmediği halde, Birleşik Devletler hükümetinin Türk
demokrasisi ve laik yapısını örnek olarak bölge ülkelerine sunması da samimi
gözükmemektedir.
AKP Hükümetinin BOP’a Yaklaşımı
AKP hükümetinin son dönemlerde yürütmeye çalıştığı politikalar göz
önüne alındığında ABD’nin BOP ile örtüştüğü gözükmektedir. ABD
BOP’uluslararası, ortaya attıktan hemen sonra Dışişleri Bakanı Abdullah Gül,
Ortadoğu Birliği’nin kurulmasını önermiştir. Mantıklı bir şekilde
düşünüldüğünde Gül’ün kurulmasını istediği Ortadoğu Birliği, ABD’nin BOP’una
alternatif olmaz, çünkü Türkiye’nin bu tür bir projeyi uygulaması için
ekonomik, siyasi ve askeri gücü yoktur. Dolayısıyla da teklif edilen bu birlik
BOP’un daha yumuşak bir ifade ile Arap ülkelerine anlatılmaya çalışmaktan başka
bir şey değildir. Gül bu açıklamanın ardından Kuveyt’e yaptığı resmi bir
ziyaretinde “Bölgemizde yeni bir güvenlik
şemsiyesi oluşturalım. Artık kendi bölgemize sahip çıkma cesaretini göstermemiz
gerekiyor. Ortadoğu’nun güvenlik ve refahını Akdeniz ve Güney Avrasya’ya
bağlama konusunda önemli bir rol oynayabiliriz. Kendimizi tüm bölgemizde güven
sağlayacak yeni adımlar atmaya hazırlamalıyız…[30]”
şeklinde konuşması AKP’nin peşinen
BOP’un önceliğini kabul ettiğini göstermektedir.
Başbakan Erdoğan’ın, Ocak 2004 tarihinde ABD’ye yaptığı resmi ziyaretin
ana gündemini oluşturan konulardan biri de BOP olmuştur. Bu konuda bir
değerlendirme yapan Erdoğan, “stratejik bir vizyon” üzerinde mutabık
kaldıklarını, Türkiye’yi İslam kültürü ile demokrasi kültürünü bir arada
sunabilmesi açısından model ülke olarak tanımlamış… ve Türkiye üzerinden
atılacak adımların olumlu neticeler getireceğini ifade etmiştir.[31]
1990’lı yılların başlarında Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk dünyası
işbirliği sloganı AKP’nin iktidara gelmesi ile unutulmaya başlanmıştır. Daha
önceki hükümetlerin de bu konuda fazla bir şey yapmadıkları söylenebilir. Ancak
hiç değilse ekonomik ve siyasi imkânları el verdiği ölçüde bu yönde bazı
çalışmaları olmuştur. AKP, Türk dünyası projesini arka plana iterek ABD’nin
önderliğinde Ortadoğu’da etkin olmayı hedeflemektedir. Ancak unutulmaması
gereken bir şey varsa, ABD ne kadar istiyor veya izin veriyorsa, Türkiye’nin
BOP’un uygulanması aşamasında o kadar başarılı olacağıdır. Bu konuda AKP
hükümeti vizyonunu çok geniş tutmasına rağmen ilerideki aşamalarda ciddi hayal
kırıklığı yaşayabilir. Hükümet BOP’da Türkiye’ye nasıl bir rol verileceği
kesinleşmeden sözlü olarak taahhüt altın girmektedir. Bundan başka BOP’a sıcak
bakmayan Arap devletlerini de ikna etmeye çalışmaktadır ki, bu da ileride
Türkiye’nin model ülke gösterilmesi açısından etkinliğini zayıflatabilir. Arap
devletlerini BOP konusunda Türkiye değil, projeyi uygulamaya çalışan ABD ve
siyasi, ekonomik ve askeri açıdan çıkarları olan başka ülkeler ikna etmelidir.
BOP’da NATO’nun Yeri ve Önemi
ABD’nin
dış politikada başarılı olması NATO’nun işlevsel ve yapısal fonksiyonlarının
BOP çerçevesinde nasıl dönüştürebileceğine bağlıdır. Bu dönüşüm ile NATO
üyelerinin kapsadığı alanın dışındaki bölgelerde daha etkin bir rol oynaması
öngörülmektedir. ABD Soğuk Savaş döneminin tehditleri altındaki eski Avrupa’da
konuşlanmış olan askeri gücünün yerine farklı becerileri olan- mobil hareket edebilen
ve daha geniş alana yayılan bir askeri konuşlanmaya hazırlanmaktadır.[32]
ABD,
BOP kadar büyük ve küresel sonuçlar doğuracak bir projenin uygulanması için
ekonomik ve siyasi birikime sahip olabilir. Ancak askeri gücü ne kadar olursa
olsun, projenin uygulanması aşamasında bölgede yaşanacak silahlı çatışmalarda
(Irak ve Afganistan örneğinde olduğu gibi) bu gücüne dayanarak tek başına istediği
sonuca ulaşması mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle de projeyi uygulamaya
koyarken sadece kendi askeri gücünü değil, aynı zamanda NATO gücünden de
yararlanmak isteyecektir.
NATO,
Soğuk Savaş yıllarının yaşandığı ilk dönemde Sovyet Bloğuna karşı kurulmuş
askeri bir organizasyondur ve başlıca amacı, Avrupa ve Amerika’nın güvenliğini
sağlamak olmuş ve 1980’li yılların sonlarına kadar bu görevini başarı ile
yerine getirmiştir. Sovyetlerin dağılmasından sonra Amerika ve Avrupa’yı tehdit
eden güç ortadan kalkmış, ancak başta Ortadoğu bölgesi olmak üzere, dünyanın
çeşitli bölgelerinde küresel güvenlik ve istikrarı tehdit eden uluslararası
terörizm sorunu ortaya çıkmıştır. NATO’nun faaliyet alanında ciddi bir
değişiklik meydana gelmiş, süper güce sahip olan ülkelerin yerine küçük sayıda
silahlı birliklere, mobil özelliğe ve ne zaman, nerede eylem yapacakları çok
zor tahmin edilen bir güçle-uluslararası terörizmle mücadele etmeye
başlamıştır. Bu durum NATO açısından ciddi bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Yapılanma
şekli itibarıyla NATO belli başlı sayı ve güce sahip olan devletlere karşı
mücadele vermek üzere kurulmuştur.[33]
11 Eylül saldırısından sonra ABD kendi askeri gücünün yanı sıra NATO
kuvvetlerinden de yararlanmaya çalışmıştır. Bir başka ifade ile ABD kendisinin
ekonomik ve siyasi güvenliğini korumak için NATO üyesi devletlerin de askeri
potansiyelinden başarılı bir şekilde yararlanmıştır. Pentagon’un 2003 yılında
yaptığı açıklamaya göre Haziran 2003 yılı itibarı ile ABD sınırları dışında,
dünyanın 130 ülkesinde 702 askeri üste toplam 253 288 Amerikan askeri görev
yapmaktadır.[34] Bu
kadar geniş askeri örgütlenme şebekesine sahip olmasına rağmen, ABD yine de
müttefiklerinin desteğine ihtiyaç duymaktadır. Bu tür bir yapılanma Sovyetler
Birliği’ne karşı oluşturulmuştu. Ancak 1990’lı yılların başlarında yaşanan
jeopolitik değişiklikler ABD’nin bugünkü stratejik çıkarları ile
uyuşmamaktadır.
ABD
bu fırsatı BOP’da da kullanmak istemektedir ve büyük bir ihtimalle
müttefiklerini ikna edebilecektir. ABD’nin NATO temsilcisi Nicholas Burns, 19
Ekim 2003 yılında Prag’da düzenlenen “NATO ve Büyük Ortadoğu” adlı konferansta
konu ile ilgili yaptığı açıklamada düşüncelerini “NATO’nun görevi hala Kuzey Amerika’yı ve Avrupa’yı savunmaktır. Fakat
Amerika veya Avrupa’da oturarak bunu yapabileceğimizi sanmıyorum. Bütün
kavramsal dikkatimizi, askeri güçlerimizi güneye ve doğuya yöneltmeliyiz.
İnanıyorum ki, NATO’nun istikbali güney ve doğudadır. Büyük Ortadoğu’dadır”[35] şeklinde
ifade etmiştir. Burns’un bu açıklaması NATO’da yapısal ve askeri üslerin
konuşlanması bakımında coğrafi açıdan ciddi değişikliklerin yapılması
gerektiğini ortaya koymaktadır. Yaklaşık yarım asırdır Batı Avrupa’da
konuşlanan NATO üsleri Ortadoğu bölgesinde meydana gelecek çatışmaların
önlenmesinde coğrafi uzaklık açısından etkili olmayacaktır. ABD Batı Avrupa’da
konuşlanan NATO birliklerinin Doğu Avrupa’ya-Polonya, Romanya ve Bulgaristan’a
kaydırılmasına çalışmaktadır. Her şeyden önce NATO birliklerinin güneydoğu
Avrupa’ya yerleştirilmesi hem sorunlu bölgeler olarak bilinen Körfez ve
Ortadoğu bölgelerine en kısa sürede ulaşmak hem de daha az masraf etmek
açısından daha avantajlıdır.[36]
Ayrıca
ABD’nin Ortadoğu’daki ülkeler arasındaki karşılıklı yardımlaşma ve işbirliğini
güçlendirmek için ileri sürdüğü “İstanbul İşbirliği Girişimi” büyük bir öneme
sahiptir. Konu bu yönü ile değerlendirildiğinde Orta Doğu kültürünün bir
parçası olan, ona yabancılaşmamış ve bunun yanı sıra bir takım yeni özellikler
edinmiş Türkiye’nin, NATO’nun bölgeye girişinde daha faydalı olacağı
görülmektedir. Nicholas Burns bu konuda yaptığı bir değerlendirmede NATO
zirvesi için İstanbul’un tesadüfen seçilmediğini ifade etmiştir. Büyük Orta Doğu’ya olan merak ve ilgi bu
konuda Türkiye’ye verilen önemi de yansıtmaktadır. Konuya bu tür yaklaşım
AB'nin Avrupalılaştırma isteğine karşı ABD'nin Avrasyalılaştırma stratejisidir.
Bugün
NATO’nun BOP’da nasıl bir rol oynayacağı konusunda akademisyenler ve
siyasetçiler tarafından çeşitli değerlendirmeler yapılmaktadır. Bu konuda en
güvenilir bilgilere ise Haziran 2004 tarihinde İstanbul’da yapılacak NATO
Zirvesi’nden sonra ulaşılacaktır. Her ne kadar kesin veriler olmamasına rağmen,
İstanbul Zirvesi’nde aşağıda belirtilen konuların ele alınacağı tahmin
edilmektedir:
·
NATO’nun genişleme süreci. Bu
Zirvede Doğu Avrupa ülkelerinin NATO’ya üye olması ile toplam üye sayısı 26’ya
yükselecektir,
·
2007 yılında toplam 21 ülke hem
NATO hem de AB üyesi olacak. NATO ve AB ortak savunma stratejisinin
belirlenmesi,
·
Afganistan ve Irak operasyonlarının geleceği,
·
ABD’nin NATO’ya mali yardımlarının
arttırtması,
·
Rusya’nın NATO sorumluluğu altında
olan bölgelere (Orta Asya ve Güney Kafkasya) yönelik politikaları,
·
Büyük Ortadoğu’da NATO’nun
üstleneceği strateji ve rolü,[37]
·
Afganistan/ISAF harekâtı,
·
NATO’nun Irak’ta alabileceği rol,
·
Balkanlar’daki harekâtın AB’ye
devri,
·
Akdeniz Diyalogu ve ABD’nin “İstanbul
İşbirliği Girişimi”,
·
NATO-Diğer Ortaklık İlişkilerinin
Geleceği ve NATO’nun Genişlemesi,
·
Kuvvetlerin Kullanılabilirliği ve
Yetenekler-NATO Komuta Yapısı,
·
Prag Yetenekler Taahhüdü ve NATO
Mukabele Kuvveti,
·
Füze Savunması.
NATO’nun
İstanbul Zirve toplantısında bu konular üzerinde anlaşma sağlanırsa, ABD’nin
gündeme taşıdığı BOP’un daha çok uygulama şansı var demektir. ABD’nin başlıca amacı Irak’ta ve BOP’un
uygulanması aşamasında yaşanması beklenen muhtemel çatışmalarda NATO güçlerinin
kullanılmasıdır. Bu başarıldığı taktirde ABD hem maddi hem de askeri güç
bakımından üzerine düşen ağırlıktan büyük bir ölçüde kurtulacaktır. Bu da
Başkanlık seçim sürecinin başladığı bir dönemde Başkan Bush’un rakiplerine
karşı elini biraz daha güçlendirecektir.
Sonuç
ABD
tarafından uygulanmaya çalışılan BOP, sadece Ortadoğu’da yapılması planlanan
değişikliklerin değil, küresel anlamda yapılması planlanan bir politikanın
başlangıcıdır. Bu politikanın başarılı olma şansı da BOP’un nasıl uygulanacağı
ile ilintilidir. ABD kısa bir sürede bu proje çerçevesinde bazı başarılar elde
ederse, projeye karşı çıkan ülkeleri de ikna edebilir. Bunun için, BOP’un her
ne kadar kendisinin lehine bir proje olduğu bilinse de, sadece Amerikan
çıkarlarının değil, bölge devletleri ve halklarının da çıkarlarına uygun
olduğunu kanıtlamalıdır. Bu bağlamda İsrail-Filistin/ Arap devletleri karşı
durmasını makul bir şekilde çözüme kavuşturmalı, özellikle halk bazında destek
aramalıdır. Irak’ta da görüldüğü gibi totaliter rejimler ve diktatörler gelir
ve gider, kalıcı olan halktır. Ortadoğu ülkelerinde demokrasi ve insan hakları
için mücadele etmeye çalışan ve demokratik rejim talep eden kesimlerin
görüşlerini de dikkate almalı ve işbirliği içerisinde olmalıdır.
BOP’la Ortadoğu coğrafyası
Fas’tan Pakistan’a kadar genişlemiş ve siyasi edebiyata yeni bir kavram
girmiştir. Yani bölgesel ve coğrafi anlamda yeni bir kavram geliştirilmiştir.
Bu kavramın ne kadar kabul göreceği de projenin başarı şansına bağlıdır.
Yüzyıllardır “Yakındoğu”, “Ortadoğu” gibi terimlerle ifade edilen bölge
tanımlama açısından yeni bir anlam kazanmıştır. Bir anlamda ABD’nin büyüme
trendi ve dünya devlet olma yönündeki girişim ve çabaları sonucunda dünya bir
az daha küçülmüştür.
BOP’un
amacı daha önce de ifade ettiğimiz gibi ABD’nin siyasi, ekonomik, askeri ve
stratejik çıkarlarının yeniden yapılandırılmasıdır. Bu bağlamda enerji
kaynağının bulunduğu ve petrol boru hatlarının geçtiği bölgelerin güvenliği ABD
için öncelikli konuma sahiptir. Sözde bölgeye demokratik değer ve geleneklerin
getirilmesine çalışılsa da amaç, yeni bir sömürgecilik anlayışının kabul
ettirilmesidir.
ABD
bugüne kadar bölge ülkelerine yönelik “havuç ve sopa” politikasını izlemiştir.
Yani, ABD çıkarlarının tehlikeye girdiği dönemlerde istediği kadar sert
tepkiler göstermiştir. BOP’un reklam aşamasında sopayı arkasında gizlediği
gözükmektedir. Ancak BOP’un uygulanması aşamasına paralel olarak NATO’nun
genişleme stratejisi uygulama çalışması, istediği zaman sopayı tekrar
kullanabileceğini göstermektedir.
Projenin
Türkiye’ye yansıması ise kısaca şu şekilde özetlenebilir; Türkiye dış
politikasında büyük bir ölçüde ABD’ye bağımlı kalabilir; ekonomik, siyasi,
sosyal, askeri ve stratejik girdi ve çıktıları hesaplanmadan, Türkiye’nin bu
projede yer alması ileride onarılması mümkün olmayan sorunlarla (Türkiye’nin
Federalleşmesi) karşı karşıya kalmasına neden olabilir; özellikle projenin
uygulanması sürecinde bölgede çıkabilecek çatışmalarda Türk silahlı
kuvvetlerinin katılımı söz konusu olabilir ki, bu da sorunun yaşandığı ülkeler
tarafından Türkiye’nin ABD’nin ileri karakolu olduğu anlamına gelir ve imajı
zedelenir, Türkiye zaten laik ve demokratik bir cumhuriyettir. Arap ülkelerine
göre çok fazla değişim ve dönüşüme ihtiyacı yoktur. Model ülke olarak kendisini
olayların içine atmamalı, Arap ülkeleri gerçekten demokrasi ve insan haklarına
saygılı bir rejim istiyorsa, zorla değil, gönüllü olarak Türkiye modelini
uygulamaya çalışmalıdırlar; bölgede yaşanacak çatışmalara NATO müdahale ederse,
bu örgüte üye olarak ister istemez karşı cephede yer alacak ve bunun
sonuçlarına katlanmak mecburiyetinde olacaktır; NATO’nun genişlemesi ile
Türkiye doğu bölgelerinde var olan ayrılıkçı Kürt grupları ile mücadelede daha
fazla manevra alanı elde edemeyecektir. Bu bağlamda, ABD proje çerçevesinde
sorunların çözüleceğini iddia ediyorsa, Kuzey Irak’ta PKK terör örgütünün
faaliyetini tamamen durdurmalı veya Türkiye’nin bölgeye müdahalesine izin
vermelidir; NATO’nun genişlemesi ile Türkiye’nin jeopolitik konumunda zayıflama
söz konusu olabilir.
KAYNAKÇA
Kitaplar:
1. Bernard Lewis, Ortadoğu, (Çev: Mehmet Harmancı), Ortadoğu Sabah Kitapları,
Olaylar-İnsanlar Dizisi, Baskın Ofset, Birinci Baskı, İstanbul, Temmuz, 1996,
s. 17.
2. İbrahim Ferhat ve Heidi Vedel, Ortadoğu’da Sivil Toplumun Sorunları, (Çev: Erol Özbek), İstanbul,
İletişim Yayınları, 1997, s. 27.
Makaleler:
1.
Adam Garfinkle, “The Greater Middle East In 2025,” Foreign Policy
Research Institute, 17 Aralık 1999.
2. Abdulbari
Atwan, “Araplardan ABD’ye Mesaj: “Demokrasimizi Biz Kurarız”, Kuds ül Arabî Gazetesi, (Tarihi belli değil).
3. Ian O.
Lesser ve b, “Sources of Conflict İn The Greater Middle East,” http://www.rand.org/publications/MR/MR897/MR897. chap2.pdf
4.
Hasan Celal Güzel, “Büyük Ortadoğu/ Büyük Türkiye,” http://www.haberim.com/yazar.php?id=227
5. S. Ergin,
Türkiye Büyük Ortadoğu Sahnesine Çıkarken,” http://savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=1&ArsivAnaID=18187&ArsivSayfaNo=
6. V. P. Yurçenko, “O Planakh po İzmeneniyu
Bazirovaniya VS SŞA za Rubejom,” http://www.iimes.ru/rus/stat/2004/27-01-04.htm
7. Nicola Butler, NAO’S Future: To the Greater
Middle East and beyond?, Diasarmamanet
Diplomacy, Issue No: 75, January/February 2004.
8.
Robert Harkavy, “Strategıc Geography And The
Greater Mıddle East,” www.nwc.navy.mil/press/Review/2001/Autumn/art2-au1.htm
- 63k
9. Gren Jerrold
D, “İran’s Foregin Policy Beetwen Enmity
and Consiliation,” 1992, Current History, No: 570.
10.
“Değişen jeopolitik Dengeler ve ‘Büyük Ortadoğu” Modeli,” Stratejik Analiz, Sayı: 9,
Ocak 2001, ss. 63–64
11. Anıl Çeçen,
“Büyük Ortadoğu ve Kafkasya,” 2023
Dergisi, 25 Kasım 2003, Sayı. 31. ss.34–37.
12. Büyük Ortadoğu Projesi, http://www.milliyet.com/2004/02/26/yazar/toruner.html
13. Ruzan Pogosyan,
“SŞA Osuşestvlyaet “Programmu Bolşogo Blijnogo Vostoka,” http://www.rosvesty.ru/numbers/1671/sng/article_36.phtml
15. Vladimir Maksimenko, “Tsentralnaya Aziya i Kavkaz:
Osnovaniye Geopolitiçeskogo Edinstva,”
http://www.ca-c.org/journal/cac-09-2000/08.Maksimen.shtml
16. Rauf Mirkadırov ve
Vladimir İvanov, “Azerbaydjan Otkrıvaet Amerikanskie Voennıe Bazı,” Nezavisimaya
Gazeta, 23 Mart 2004
Gazeteler:
Akşam 23 Şubat 2004.
Aydınlık, 22 Şubat 2004.
Cumhuriyet, 1 Mart 2004.
Cumhuriyet, 28 Şubat 2004.
Milli Gazete, 17 Şubat 2004.
Milliyet, 17 Şubat 2004.
Milliyet, 4 Mart 2004.
Radikal, 21 Mart 2004.
Türkiye, 16 Şubat 2004.
Yeni
Şafak, 16. Şubat 2004,
Yeni Şafak, 17 Şubat 2004.
Yeni
Şafak, 18 Şubat 2004,
Yeni Şafak, 18 Şubat 2004.
Yeni Şafak, 24 Şubat 2004.
Zaman, 01. Mart 2004.
Zaman, 18 Şubat 2004.
Haber Ajansları:
İRNA Haber Ajansı, 4 Mart 2004.
[1] Bernard Lewis, Ortadoğu,
(Çev: Mehmet Harmancı), Ortadoğu Sabah Kitapları, Olaylar-İnsanlar Dizisi,
Baskın Ofset, Birinci Baskı, İstanbul, Temmuz, 1996, s. 17.
[2] Lewis, Ortadoğu, s. 18.
[3] Lewis, Ortadoğu, s. 20.
[4] Gren Jerrold D, “İran’s Foregin
Policy Beetwen Enmity and Consiliation,” 1992, Current History, No: 570.
[5] İbrahim Ferhat ve Heidi Vedel, Ortadoğu’da
Sivil Toplumun Sorunları, (Çev: Erol Özbek), İstanbul, İletişim Yayınları,
1997, s. 27.
[6] “Değişen jeopolitik Dengeler ve ‘Büyük Ortadoğu” Modeli,” Stratejik Analiz, Sayı: 9, Ocak 2001,
ss. 63–64.
[7] Ruzan Pogosyan, “SŞA Osuşestvlyaet “Programmu Bolşogo Blijnogo Vostoka,” Daha geniş bilgi için bkz: http://www.rosvesty.ru/numbers/1671/sng/article_36.phtml
[9] Büyük
Ortadoğu Projesi, Daha geniş bilgi için bkz: http://www.milliyet.com/2004/02/26/yazar/toruner.html
Adam Garfinkle, “The Greater Middle East
In 2025,”
Foreign Policy Research Institute, 17 Aralık 1999, ve Robert Harkavy, “Strategıc Geography And The Greater Mıddle
East,” Daha geniş bilgi için bkz. www.nwc.navy.mil/press/Review/2001/Autumn/art2-au1.htm
- 63k
[10] Anıl Çeçen, “Büyük Ortadoğu ve Kafkasya,” 2023 Dergisi, 25 Kasım 2003, Sayı. 31. ss.34–37.
[12] G.G. Georgiou, “United States
Energy Security Policy and Options for the 1990s” Energy Policy, Vol.21, August
1993, ss. 831,839. Bazı kaynaklarda dünya petrol rezervinin % 70’şi, doğalgaz
rezervinin ise % 40’nın Ortadoğu’da bulunduğu bildirilmektedir. Bkz: Vladimir
Maksimenko, “Tsentralnaya Aziya i Kavkaz: Osnovaniye Geopolitiçeskogo
Edinstva,” http://www.ca-c.org/journal/cac-09-2000/08.Maksimen.shtml
[13] Abdulbari Atwan, “Araplardan ABD’ye Mesaj: “Demokrasimizi Biz
Kurarız”, Kuds ül Arabî Gazetesi,
(Tarihi belli değil).
[15] Ian O. Lesser ve b, “Sources of
Conflict İn The Greater Middle East,” Daha geniş bilgi için bkz: http://www.rand.org/publications/MR/MR897/MR897. chap2.pdf
[16] Ian O. Lesser ve b, “Sources of Conflict İn The Greater Middle…,” Hasan Celal Güzel, “Büyük Ortadoğu/ Büyük Türkiye,”
Daha geniş bilgi için bkz: http://www.haberim.com/yazar.php?id=227
[17]Daha geniş bilgi için bkz: http://www.zaman.com.tr/?hn=22496&bl=yorumlar&trh=20040304
[18] Ian O. Lesser ve b, “Sources of Conflict İn The Greater Middle…,”
[19] İbrahim Karagül, “Medeniyetler Çatışması” Tezi “İç Çatışma Projesin”
Döndü.” Yeni Şafak, 24 Şubat 2004.
[22] Emcet Olcaytı ve Aytunç Erkin, “Diyarbakır Başkent!”, Aydınlık, 22 Şubat 2004, s. 9. Türkiye, 16 Şubat 2004.
[23] İRNA Haber Ajansı, 4 Mart
2004.
[24] Atwan, Araplardan ABD’ye Mesaj: “Demokrasimizi…,
[25] Suudi Arabistan’da reform talep eden vatandaş dilekçelerinde ciddi bir
artış gözlenmektedir. Son dilekçe, verilen kuru vaatler sonrası artık sadece
reform değil, uygulanması için zaman cetveli isteyen 900 siyasi ve
akademisyenin imzasını taşımakta.
[27] Nihat Ali Özcan, “Büyük Ortadoğu Projesi’
Türkiye’yi de Dönüştürür,” Zaman, 18
Şubat 2004.
[28] Fehmi Koru, “Yerli Bir Proje”, Yeni Şafak, 16. Şubat 2004, “Yerlinin Yerlisi”, Yeni Şafak, 18 Şubat 2004,
[29] Hüsnü Mahalli, “Bush’un Büyük Yalanı”, Yeni Şafak, 18 Şubat 2004. Bush’un bu
açıklamada bulunması bir başka soruyu da sormamızı gerektirmektedir. Acaba,
diğer Müslüman ülkeler İslam dinine saygılı davranmamaktadır mı? ABD ve
Avrupa’nın görüşlerine göre tabii ki hayır. 1949 yılında İsrail’in
kurulmasından sonra bölge güvenliği ve istikrarı bozulmuş, Arap dünyası ciddi
sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. İsrail’in yayılmacı politikasına karşı
direnmek için ekonomik ve siyasi güçlerini birleştirmek yeteneğine sahip
olmayan veya bu yeteneği engellenmiş, Arap milliyetçiliği çatısı altında ortak
platformdan mücadele vermeyi başaramayan Arap halkı dini görüşler etrafından
birleşerek mücadele etme fırsatını yakalamıştır. Ancak Arapların bu mücadelesi
ABD ve Avrupa tarafından terörizm olarak tanımlanmıştır. Ordusu ve modern
silahlara sahip olmayan Filistin halkı veya başka bölgesel güçler sadece
gerilla mücadelesini seçmişler diye Filistin halkının bağımsızlık mücadelesini
terör olarak tanımlamak ahlaki açıdan ne kadar doğrudur? Oysa İsrail’in yüksek
teknolojiye sahip askeri araçlarla sivil Arap halklarına yönelik saldırısı ise
savunma olarak görülmektedir.
[30] Ebubekir Gülüm, “AKP’den ABD’nin ‘Büyük Ortadoğu! Planına Açık Destek”
Milli Gazete, 17 Şubat 2004.
[31] S. Ergin, Türkiye Büyük Ortadoğu Sahnesine Çıkarken,” Daha geniş bilgi
için bkz: http://savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=1&ArsivAnaID=18187&ArsivSayfaNo=
[33] Rauf Mirkadırov ve Vladimir İvanov, “Azerbaydjan Otkrıvaet
Amerikanskie Voennıe Bazı,” Nezavisimaya
Gazeta, 23 Mart 2004
[34] V. P. Yurçenko,
“O Planakh po İzmeneniyu Bazirovaniya VS SŞA za Rubejom,” Daha geniş bilgi için
bkz. http://www.iimes.ru/rus/stat/2004/27-01-04.htm
[35] Nicola Butler, NAO’S Future: To the Greater Middle East and beyond?, Diasarmamanet Diplomacy, Issue No: 75,
January/February 2004, Taha Akyol, “Büyük Ortadoğu Nereye?”, Milliyet, 17 Şubat 2004.
[37] Mustafa Balbay, “NATO-AB Genişlemesinde Ayrışmalar ve Çakışmalar,” Cumhuriyet, 28 Şubat 2004.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder