Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

15 Ocak 2012 Pazar

ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi: Kavramı, Anlamı, Amacı ve Türkiye’ye Yansımaları


Dr. Hatem Cabbarlı, Avrasya Güvenlik ve Strateji Araştırmalar Merkezi Başkanı 

Giriş
20. yüzyıl insanlık tarihinin ekonomik, askeri, siyasi ve teknolojik bakımdan en yoğun gelişmelerin yaşandığı dramatik bir yüzyıl olmuştur. 1914 yılında Birinci Dünya Savaşı yaşanmış, Rusya’da Bolşeviklerin iktidara gelmesi ile dünya iki kutba ayrılmış, Birinci Dünya Savaşı’nın acılarından ders alınmamış ve 1939 yılında İkinci Dünya Savaşı ortaya çıkmış, insanlar uzayı fethetmiş, dünyayı bir anda mahvedebilen nükleer silahlar icat edilmiş, ABD’nin 1945 yılında Japonya’ya attığı nükleer bomba bunun küçük çaplı bir örneğini oluşturmuş, 1990’lı yılların başlarında Sovyet İmparatorluğu dağılmış ve yeni bağımsız cumhuriyetler kurulmuştur.

21. yüzyılın başlarında ise Amerika’ya karşı düzenlenen 11 Eylül saldırısı insanlık tarihindeki ekonomik, siyasi ve askeri bakımdan en kapsamlı değişikliklerin başlangıcı olmuş ve yeni milat olarak tanımlanmıştır. Özellikle 2002 yılından itibaren daha yoğun tartışılmaya başlayan Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bir anlamda 11 Eylül saldırısı sonrasında küresel bağlamda yaşanan değişikliklerin başlangıcı olma özelliğini taşımaktadır. Büyük Ortadoğu Projesinin tartışmaya açılmasından sonra politikacılar ve akademisyenler tarafından çeşitli teoriler üretilmeye başlanmış, olumlu veya olumsuz açıdan değerlendirmeler yapılmıştır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra dünyanın jandarması konumuna yükselen ABD, dünyanın dört bir köşesinde söz sahibi olmuş, olayları istediği şekilde yönlendirmiş ve büyük ölçüde istediği sonucu almıştır. İki kutuplu dünya sisteminde silahlanma mücadelesi, ülke ekonomileri ve demokrasinin gelişmesinin önünde ciddi bir engel teşkil etse de, küçük ve orta büyüklükteki devletlere en azından hangi kutupta yer almasını seçme fırsatını da vermiştir. Ancak bu mücadelede Sovyetlerin yenilmesinden ve 11 Eylül saldırısının yapılmasından sonra ABD, yanında olmayanları karşı cephede göreceğini açıklamış, bu durumda büyük Avrupa devletleri bile tercihlerini ABD’den yana yapmışlardır. Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra ABD, eski Sovyet cumhuriyetlerine ve Doğu Bloğu ülkelerinde ekonomik, politik ve askeri açıdan söz sahibi olmuş, adeta dünyanın tek hâkimi gibi davranmaya başlamıştır.

ABD’nin enerji ihtiyacının büyük bir bölümü Ortadoğu’dan karşılandığı için petrolün sorunsuz ve devamlı şekilde akışını sağlamak ve bölgede ABD’yi tatmin edebilecek şekilde istikrar ve güvenliğin sağlanması hayati önem taşımıştır. Ancak İsrail-Filistin/Arap dünyası karşı durmasının yaklaşık 50 yıldır devam etmesi, Irak’ta ABD’nin taleplerine boyun eğmeyen Saddam Hüseyin’in dikta rejiminin devam etmesi (İkinci Körfez Savaşı’nda devrilmiştir), İran ve Suriye’nin kitle imha silah projesi çalışmalarına hız vermesi, ABD’nin bölgedeki çıkarlarını tehdit eden en önemli konular olmuştur. 1940’lı yılların sonu, 1950’li yılların başlarında İngiltere tarafından çizilen Orta Doğu haritası bugün, ABD’yi tatmin etmemektedir. Orta Doğu’nun özellikle İsrail-Filistin/Arap dünyası karşı durması sonucunda bölgesel ve uluslararası terörizmin merkezi haline gelmesi, hem bölgesel hem de uluslararası istikrar ve güvenliği tehlikeye soktuğu için yeni bir siyasi ve coğrafi yapılanmaya ihtiyaç duyulmuştur. Ayrıca en önemli konulardan biri de bölgede ABD’nin tek müttefiki konumunda olan İsrail’in güvenliği sorunudur. İsrail’in güvenliği sorunu ABD’nin bölge çıkarları ile neredeyse bütünleşmiş ve ana unsurlardan biri haline gelmiştir.

Bu makalede, yukarıda ifade edilen görüşler bağlamında özellikle İkinci Körfez Savaşı’ndan sonra ABD tarafından gündeme getirilen Büyük Ortadoğu kavramına açıklık getirilmiş, anlamı, amacı ve Türkiye’ye yansımaları bakımından değerlendirilmiştir. Ayrıca bölge devletlerinin Büyük Ortadoğu Projesine yaklaşımları ve bu proje çerçevesinde NATO askeri güçlerini bölgeye yerleştirme çabaları, incelenmiştir.

Orta Doğu Neresidir ve Büyük Ortadoğu Nereleri Kapsamaktadır? Kavramsal Tanımı
Büyük Ortadoğu Projesi’nin uygulanmaya çalışıldığı bölge insanlık tarihinin başlangıç noktası olması, büyük imparatorlukların kurulduğu, Musevilik, Hıristiyanlık ve İslam dininin ortaya çıkması, bakımından eşsiz bir tarihi geçmişe  ve zengin doğal kaynaklara sahip olması bakımından hayati önem taşıyan jeopolitik konuma sahiptir. Bu nedenle de bölgenin coğrafi tanımını yapmak gerekmektedir.

Bugün Ortadoğu olarak adlandırılan bölge, Hıristiyanlığın doğmasından yazılı tarihin binlerce yıllık döneminde iki büyük devlet arasında bir türlü paylaşılamayan bir yer olmuştur. Bu coğrafyanın bir parçası-Boğaziçi’nden Nil deltasına kadar Doğu Akdeniz kıyısında yer alan ülkelerden oluşan batısı Roma İmparatorluğunun, bölgenin doğusu ise Yunanlıların Romalılardan aldıkları adla Pers ülkesi ve sakinlerinin de İran diye adlandırdıkları bir başka büyük imparatorluğa ait olmuştur.[1]

Ortadoğu’nun diğer eski nehir vadisi uygarlığı-Fırat ve Dicle uygarlığı, Mısır’dan daha eski olsa da, Mısır devlet ve toplumunun ne birliğini ne de sürekliliğini göstermektedir. Bölgenin güneyi, ortası ve kuzeyi genelde farklı diller konuşan farklı halkların toprakları olmuştur.  Bunlar Sümer ve Akadlar, Asurlular ve Babilliler olarak bilinirler.  Tevrat’ta buraya Aram Naharayin, yani iki Nehrin Aramı adı verilir. Helen-Roma dünyasında Mezopotamya denmiştir ki, bu da aşağı yukarı aynı anlama gelmektedir.[2]

Akdeniz halkları çok sonraları daha uzakta ve daha büyük bir Asya olduğunu fark edip tanıdıktan sonra bölgeye “Küçük Asya” adını vermişlerdir. Yüzyıllar sonra ise “Doğu, “Yakın” ve sonra batı ufuklarından çok daha uzak bir Doğu doğduğunda “Orta” Doğu olmuştur.[3] Bir başka görüşe göre “Ortadoğu” terminolojisi Batı dünyası tarafından ifade edilmiştir. Bulut’a göre, bu kavram İngiliz İmparatorluğu tarafından kullanılmış ve Arap devletlerinin yanı sıra İsrail, Kıbrıs, Türkiye ve İran’ı da bu kapsamda ele alınmıştır.[4] Ancak Amerikalılar tarafından geliştirilen “Yakın Doğu” terimi yalnızca İsrail ve İsrail’e komşu Arap devletlerini ifade etmektedir.[5]

Akdeniz’e kıyısı bulunan milletler bölgeyi bu şekilde tanımlarken, kuzeyde bulunan halklar-başta Ruslar olmak üzere, bölgeyi “Doğu”, “Yakın Doğu”, ve “Ortadoğu” kelimeleri ile tarif etmişlerdir. Bugünkü anlamıyla Ortadoğu coğrafyası Mısır, Arap yarımadası, aralarında Suriye, Irak ve İran’ın dahil olduğu Doğu Akdeniz ülkeleri sınırlarını kapsamaktadır.[6]

Ancak 20. yüzyılın sonu, 21. yüzyılın başlarında küresel anlamda yaşanan ekonomik, siyasi, askeri ve kültürel gelişmeler Ortadoğu bölgesinin coğrafi ve siyasi açıdan tanımlanmasında bazı değişikliklerin yapılması gerekliliğini de beraberinde getirmiştir. Aslında coğrafi adlar ve sınırlar bütün dünya tarafından bir anlamda tanımlanmasa da genel olarak kabul görmüş bir şekli vardır. Bu tür coğrafi sınırlar ve siyasi tanımlar zaman zaman büyük devletler tarafından kendi çıkarları çerçevesinde yeniden adlandırılmaktadır. Bugün, ABD’nin gündeme taşıdığı BOP da bu tür bir girişimin sonucudur. Bu konuda değerlendirmelerde bulunan bazı araştırmacılar BOP’un daha 1980’li yılların sonlarında, Sovyetler Birliği’nin dağılmasının kesinleşmesinden sonra hazırlanmaya başlandığını iddia etmektedir.[7] Ancak bu proje Joint Force Quarterly (JFQ) adıyla National Startegic  Studies ve National Defense University tarafından Amerikan ordusu için çıkarılan derginin Sonbahar 1995 yılı sayısında Büyük Ortadoğu (The Greater Middle East) adlı makalenin yayınlanmasıyla   resmi bir şekilde açıklanmıştır.[8]

 İki kutuplu sistemin ortadan kalkmasından ve Soğuk Savaş’ın bitmesinden sonra ABD, ortaya çıkan uygun uluslararası ortamda kendi çıkarları doğrultusunda küresel anlamda ciddi değişiklikler yapma fırsatını yakalamış ve bunu değerlendirmeye çalışmıştır. BOP, Kuzey Afrika’dan başlayıp, Mısır, Sudan, İran, Irak, Suriye, Suudi Arabistan, tüm Emirlikler, Ürdün, İsrail, Yemen, Lübnan, Afganistan, Kafkasya (Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan) ve Orta Asya ülkelerini kapsamaktadır.[9] ABD, yukarıda gösterilen ülkeleri sınırları içine alan BOP’u sadece coğrafi bir kavram olarak değil, ekonomik, politik, askeri anlamda özellikle de enerji güvenliğinin sağlanması bakımından jeopolitik bir alan olarak değerlendirmektedir. Ekonomik ve siyasi açıdan hızla bütünleşen Avrupa Birliği (AB), 21. yüzyılın ortalarına doğru dünya devleti olmaya çalışan Çin’in bu yöndeki başarılı girişimleri, ABD’nin bu coğrafyada ekonomik ve siyasi açıdan yeni düzenlemelere gitmesine neden olmuştur. Bunların yanı sıra bölgede yerleşen ve üç tarafı Arap devletleri ile kuşatılan İsrail devletinin güvenliği ve İsrail merkezli bir Ortadoğu’nun yeniden yapılandırılması da söz konusu olmuştur. Kurulduğu 1949 yılından itibaren Arap devletleri ile beş defa savaşan ve her defasında sınırlarını biraz daha genişleten İrsal devleti, bugünkü coğrafi ve siyasi konumunun Arap dünyası tarafından tehdit edildiğini öne sürmektedir. Özellikle Suriye ve İran’ın nükleer ve kimyasal silah elde etme girişimleri İsrail devletinin güvenliğini tehlikeye sokmaktadır. BOP konusunda yapılan değerlendirmelerin bazılarında ise bu projenin gerçek sahibinin Yahudiler, uygulayanın ise ABD olduğu ifade edilmektedir.[10]

Büyük Ortadoğu Projesinin Anlamı
ABD’nin BOP girişimi 1975 Helsinki Anlaşması ile uygulamaya konan Amerikan stratejisine benzetilmektedir. Bu anlaşma ile Sovyetler Birliği başta olmak üzere, komünist rejimle yönetilen Doğu Avrupa ülkelerine, Batının demokrasi ve diğer değerlerinin nüfuz edilmesi sağlanmıştır. Helsinki Anlaşması bir örnek olarak bugün Ortadoğu’da uygulanmaya çalışılmaktadır.[11]

BOP, sadece Ortadoğu bölgesine ait olan bir proje değildir. Bu proje ABD’nin dünya devleti, dünya gücü olma yönündeki genel politikasının bir parçasıdır. Peki neden bu girişimlere Ortadoğu’dan başlandı diye kendi kendimize soracak olursak bunun yanıtını da aramak gerekmektedir. Her şeyden önce küresel güç olma yönündeki genel planın uygulanmaya konması ve başarı ile yerine getirilmesi için ABD ekonomik gücünün temel kaynağı olan enerji ihtiyacının karşılandığı bölgede güvenlik ve istikrarı sağlamaya mecburdur. Bu hem ekonomik hem de siyasi açıdan ABD’nin başarılı olup olmayacağını kanıtlayan bir bölgedir. Ortadoğu ülkelerinin büyük bir çoğunluğu yarım yüzyıldır (Türkiye ve İsrail hariç) neredeyse aynı grup veya sülaleler tarafından yönetilmekte, aynı sorunları yaşamaktadır. Her ne kadar bölgede yaşanan en büyük sorunların kaynağını ABD’nin desteklediği İsrail oluştursa da, Arap İslam dünyası da kendi aralarında anlaşmakta zorlanmaktadır. Zaten anlaşabilselerdi İsrail’in yayılmacı politikasını büyük bir ölçüde engeller ve Filistin davası bu kadar büyük bir sorun niteliği taşımazdı.

Dünyanın siyasi haritasını göz önünde bulundurursak ve sorunlu bölgeleri kırmızı renkle işaretlersek hemen hemen bütün Ortadoğu bölgesinin kırmızı renkle kapalı olduğu görülecektir. Elbette Latin Amerika ve eski Sovyet Cumhuriyetleri bölgesi ve Güney Doğu Asya bölgelerinde de bazı ülkeleri kırmızı renkle işaretlemek mümkündür. Ancak dünyanın başka hiçbir bölgesi Ortadoğu kadar karmaşık ve onarılması zor olan sorunlarla karşı karşıya değildir. Diğer bölgelerde de bu tür sorunların olduğunu kabul etsek bile, jeopolitik açıdan ve ABD’nin geleceğinin belirlenmesi açısından bu bölgelerin büyük önemi olmadığı görülecektir. Her şeyden önce Uzakdoğu bölgesindeki sorunlar ABD’nin geleceğini etkileyecek (Çin hariç) türden sorunlar değildir ve Japonya’da konuşlanan ABD askeri üsleri aracılığı ile bu sorunlar kontrol altında tutulabilmektedir. Komünist yönetim sisteminin ortadan kalkmasından sonra Doğu Avrupa ülkelerinin neredeyse tamamı AB ve NATO üyesi olma girişimindeler. Yugoslavya krizi yaşansa da durum belirli bir ölçüde kontrol altına alınmış bulunmaktadır. Yugoslavya krizine geç müdahale edilmesinin nedenlerinden biri de bölgede başat duruma gelmek için Avrupa devletlerinin kendi aralarındaki ve genel olarak Avrupa ve Amerika arasındaki anlaşmazlıklar olmuştur. Orta Asya’daki enerji kaynaklarının güvenliğini tehdit edecek konumda bulunan bir tek Afganistan vardı ve 11 Eylül 2001 saldırısından sonra ABD bu bölgeye de yerleşmiş bulunmaktadır. ABD’nin Afganistan’da tam başarı sağlanması konusu tartışılsa da büyük bir ölçüde kontrolü sağlamış bulunmaktadır. Kafkasya bölgesinde Azerbaycan-Ermenistan Savaşı ve Gürcistan’da iç savaşların yaşanmasına rağmen, bugün bu sorunlar aktif halde değildir. Kuzey Kafkasya’da Rus-Çeçen karşı durması ise ABD’yi fazla etkilememektedir. Atlantik’in diğer sahilinde yaşanan sorunlar da ABD tarafından kontrol edilmektedir.

Ortadoğu petrollerine makul bir miktarda giriş ve makul bedeller, muhtemelen yaşamsal çıkarlar olarak kalacaktır. Dünya petrol rezervlerinin büyük bir oranı Büyük Orta Doğuda bulunmaktadır. Körfez ülkeleri tek başlarına dünya petrol rezervlerinin % 65’ine sahiptir. Geçen 20 yıl boyunca talep ve tüketim modellerindeki değişime rağmen, sanayileşmiş dünya petrolünün % 35’i körfezden geliyordu. En büyük petrol rezervlerine sahip olan 5 ülkenin hepsi de Orta Doğuda bulunuyor.[12] Eğer bölge Hazar petrolü ve doğalgazını da içeriyorsa-ki gelecekte bu bölgeden elde edilecek üretimin büyük bir kısmı Doğu Akdeniz ülkeleri ya da körfez yoluyla ihraç edilecektir-bölgenin enerji kavramındaki yeri büyük oranda kuvvetlendirilecektir. Doğu Avrupa ve Asya’nın artan enerji ihtiyacı; talepteki büyük baskı ve bölgenin petrol kaynaklarının stratejik öneminin daha da artması üzerine yerleşecektir. Her ne kadar dünya petrol üretimi çok hızlı bir şekilde artıyorsa da, dünya rezervleri bundan daha hızlı arttı ve bu yeni eklemelerin en büyük kısmı Orta Doğuda ortaya çıktı. Irak ya da İran’dan petrol zengini Arap yarımadasına gelecek saldırılar kuşkusuz Çöl Fırtınası Operasyonu dizilerindeki Amerikan askeri cevabına bir tetik olacaktır.

İkinci Körfez Savaşı’nda ABD kısa sürede Saddam rejimini devirmeyi başarsa da güvenliğin sağlanmasında ciddi bir başarı sağladığı tartışmaya açık bir konudur. Ortadoğu kaynaklı terörizm Avrupa devletlerinde de görülmeye başlanmış, Irak’ta ABD askerlerine karşı intihar saldırıları artmış ve bu saldırılarda ölen ABD askerlerinin sayısı savaş zamanı ölenlerin sayısından fazla olmuştur. Bu savaşta, hem Avrupa hem de Ortadoğu ülkeleri her ne kadar ABD’nin askeri müdahalesine sessiz kalmışlarsa da ciddi bir destek söz konusu olmamıştır. Türk Parlamentosu Kuzey Cephesinin açılması hakkında alması muhtemel görünen kararı almamış, Suriye’den gönüllü birlikler, El Kaide terör örgütü üyeleri Irak sınırlarından sızarak ABD askerlerine karşı savaşmıştır.

Bu tür soruların ortaya çıkmasına neden olan konulardan biri de ABD’nin Irak’a saldırısının neden Büyük Ortadoğu projesi çerçevesinde değil de bu projenin Irak’a saldırılmasından çok sonra gündeme taşınmasıdır. Muhtemelen ABD Irak’ta kısa sürede kontrolü sağlayacağını ve bundan sonra BOP’u açıklarsa destek alabileceğini düşünmüştür. Ancak Irak’ta savaşın uzaması ve istikrar sağlamayı başaramayan ABD, BOP’u açıklayarak destek arayışına başlamıştır. BOP’da bölge devletlerini yöneten güçler için değil, bölge halkının sosyal, ekonomik ve siyasi ihtiyaçlarının karşılanması bakımından önemli olan insan hakları, demokrasi, kadın hakları, serbest siyasi irade, ifade özgürlüğü, gelirlerin eşit paylaşılması, liberal ekonomi gibi prensipler mevcuttur. Bu prensiplerin uygulanmaya konması bölge halkını değil, yönetici kesimi ciddi şekilde rahatsız etmektedir. Çünkü yarım yüzyıllık bir mazide elde ettiklerinin büyük bir bölümünü kaybedeceklerdir.

BOP’un temel prensiplerinin demokrasi ve insan hakları olduğu iddia edilmektedir. Acaba Amerikan yönetimi yaklaşık yarım yüzyıldır bölgedeki totaliter rejimleri desteklerken neden birdenbire demokratik ilkeleri ön plana çıkarmaktadır? Aslında ABD açısından çıkarlarının olduğu ve bu çıkarlarının korunduğu bölge halklarının hangi rejimlerle yönetildiğinin hiçbir anlamı yoktur. İster totaliter, ister dikta, isterse de demokratik şekilde yönetilsin, ABD’nin çıkarlarına ters düşmediği sürece bu bir sorun değildir. ABD bu rejimleri yarım yüzyıldır sömürerek, aynı rejimlerden halkların milli duygularına baskı uygulama ve Filistin direnişini içeriden bitirme aracılığıyla Siyonist projeye hizmet yolunda büyük bir ölçüde  yararlanmıştır. ABD, bu rejimlerin ömrünün artık bittiğini, omuzlarında güvenlik ve ahlaki açıdan bir yük oluşturduklarını düşünmektedir.[13]

Projenin gerçek anlamı ABD’nin iddia ettiği gibi bölge devletlerinde demokrasinin yerleşmesini sağlamak değildir. ABD gerçekten de demokrasinin kurulmasına çalışıyorsa bu projeye kendi kıtasında bulunan antidemokratik rejimleri devirmekle başlamalıdır. Kendi yanı başında totaliter rejimle yönetilen ülkeler varlığına devam ederken, Atlantik’in diğer kıyısında demokrasi geliştirmek çabası fazla inandırıcı gözükmemektedir.

ABD bu projeyle bir anlamda dünyaya meydan okumaktadır. Avrasya coğrafyasında-Batıda bulunan devletler Avrupa Birliği çatısı altında birleşerek ortak ekonomik ve dış politika izlemeye çalışmaktadırlar. Eski Sovyetler Birliği ülkeleri ve Doğu Avrupa ülkeleri de ABD’nin hegemonyasını kabul etmiş gözükmektedirler. Bu coğrafyada sadece Çin’in varlığı ve yürütmeye çalıştığı dış politika ABD’nin geleceğe yönelik politikasını engellemek gücüne sahiptir. ABD bu projeyle (eğer başarılı bir şekilde uygulayabilirse) yakın 30 yılda ne AB’ye ne de Çin’e süper güç olma imkanı tanımayacaktır. Bu proje ile ABD sadece Ortadoğu petrollerini değil, aynı zamanda Hazar havzası enerji kaynaklarını de kontrol edecektir. Zaten bugün Hazar havzası enerji kaynaklarının büyük bir bölümü ABD’nin kontrolü altında ve petrol boru hatları ABD’nin projeleri (Bakü-Tiflis-Ceyhan) temelinde inşa edilmektedir.

Büyük Ortadoğu Projesinin Amacı
BOP, ABD tarafından klasik sömürgecilik anlayışının demokrasi perdesi arkasından yeni bir biçim ve mantıkla uygulamaya çalıştığı bir plan mıdır? Ekonomisinin büyüme trendinin devam etmesi ABD için hayati önem taşımaktadır. Dünya nüfusunun % 5’ni oluşturmasına rağmen, dünya gelirinin % 40’nı kontrol eden ABD’nin enerji akışının sürekliliğini ve enerji kaynaklarının bulunduğu bölgede istikrar ve güvenliği sağlamak ABD için bir zorunluluk olarak algılanmaktadır. ABD ekonomistlerinin yaptıkları hesaplamalara göre,  küresel petrol ihtiyacı 2030 yılına kadar her yıl % 1.6 oranında artarak günde 75 milyon varilden 120 milyon varile yükselecektir.  ABD 2029 yılında ithal edilecek petrol için yılda 150 milyar Dolar ödemek zorundadır. Bu tarihte Çin’in petrol ihtiyacı yüzde yüz artacak, AB ülkeleri tükettikleri petrolün % 92’sini ithal edecektir.[14] Dünya enerji talebinin bu şekilde artış göstermesi, ABD’nin Ortadoğu bölgesine yönelik yeniden yapılandırılmasında başlıca amacının ne olduğu hakkında fazla yorum yapmaya ihtiyaç yoktur.

Ortadoğu toplumları içinde öncelikle tartışılan önerilerin, eğilimlerin bütün olarak bölgenin şekillenmesinde temel bir etkisi olacaktır. Bu temel yönlendirmeler şunları içermektedir:
·              Yeni askeri teknolojiler ve stratejiler çerçevesinde stratejik ağırlığın arttırılması,
·              Güvenliğin ve bölgesel jeopolitiğin artan ekonomik boyutu,
·              Çevresel güvenliğin uzaması ve yayılmasının bir sonucu olarak Ortadoğu ile komşuları arasındaki geleneksel ayırımın erozyonu,
·              Ülkesel statüye dair tehditler ve çözülmemiş bölgesel uyuşmazlıklar,
·              Yeni güvenlik hattı,
·              Ekstra bölgesel güçlerin rolü-hepsinden önce Birleşik Devletler.[15]

Yukarıda ifade edilen varsayımların uygulanması, dünya hâkimiyetine sahip olmak için iddialı olan ABD için jeopolitik ve jeoekonomik bir zorunluluktur.

ABD, çıkarlarının daha kritik bir şekilde sorgulandığı bir dönemde, BOP, Amerikan politika belirleyicileri için daha yüksek riskler taşımaya devam ediyor. Daha uzun bir dönemi (2025’e doğru) ele alan perspektif için Amerika’nın anahtar ulusal çıkarları şunları içermektedir:
·              İsrail’in bekası ve Ortadoğu barış sürecinin tamamlanması,
·              Petrol girişini arttırma,
·              Düşman bir bölgesel gücün ortaya çıkmasının önceden durdurulması,
·              Kitle imha silahlarının yayılmasının durdurulması,
·              Siyasi ve ekonomik reformları ilerletmek ve bunu iç dengelere yansıtmak,
·              Terörizmi kontrol altında tutmak[16]

Ayrıca ABD’nin bu projesi sadece Ortadoğu ülkelerini kapsamamaktadır. Eski Sovyetler Birliği coğrafyasında bulunan Kafkasya ve Orta Asya ülkeleri de bu proje kapsamına alınmaktadır. Bu bölgelerin jeopolitik konumu, zengin enerji rezervlerine sahip olması ve bölgede yaşanan istikrarsızlıklar, ABD’nin bölgeyi kontrol altına almak isteğini daha da güçlendirmiştir.

ABD’nin BOP’u uygulamaya çalıştığı zaman da dikkat çekicidir. Yaklaşık on yıldır bölge yönetimlerinin ve halklarının ABD karşıtı görüşlerinde ciddi bir artış söz konusudur.  2001 yılından sonra ABD’ye ve dünya devletlerine karşı düzenlenen terör eylemlerinin arkasında Suudi Arabistan’ın resmi dini olarak kabul edilen Vahabiliğin durması da etkili olabilir mi? Vahabiliğin bu konuda etkili olmasının yanı sıra bölge halklarının da demokrasi ve doğal kaynakların eşit paylaşılması yönündeki girişimleri de bu nedenlerden biridir.[17] ABD demokrasiyi bölgeye getirmek istemekle hem bölge halklarının ABD karşıtı görüşlerinin azalmasına hem de halk bazında destek sağlamayı amaçlamaktadır. 

BOP’un uygulanmasında diğer bir neden ise İsrail’in güvenliği ve barış sürecidir. Birleşik Devletler, İsrail’in kuruluşundan beri güvenlik ve refah taahhüt etti ve bu taahhüt barış süreci görüşmelerinde neredeyse anahtar bir çıkar olarak kaldı. Önümüzdeki 10 yıl boyunca Amerikan politikası Ortadoğu barış sürecinin ilerlemesinin, kuvvetlendirilmesinin ve tamamlanmasının getireceği paralel ulusal çıkarlar tarafından şekillendirilecektir. Kapsamlı barışın sağlanması güvenlik garantisi ve izleme taleplerinin yükselişini de beraberinde getirecektir. Başarısızlık ise caydırıcılık ve yeniden güvence verme konusundaki geleneksel talepleri daha da arttıracaktır. Aynı zamanda İsrail’in refah ve askeri yeteneğinin artışı ve Birleşik Devletlerin ekonomik gerçeklerinin artışı-bu çıkar imalarına tahammül etme seviyesini şekillendirecektir.[18]

Arap/İslam Devletlerinin BOP’a Yaklaşımları
ABD, BOP üzerine yaptığı değerlendirmede başlıca amacının demokrasi ve insan haklarının korunması, terörizmle mücadele, bölgesel ve uluslararası istikrar ve güvenliğin sağlanması olduğunu çeşitli vesilelerle dile getirmiştir. Aslında projenin adı bile gelişmelerin bölge devletlerinin değil, ABD’nin lehine olacağını göstermektedir. Neden Ortadoğu Birliği değil de Büyük Ortadoğu? Her şeyden önce Ortadoğu Birliği adı altında bu tür bir yapılanma mantıksal olarak bölge devletlerinin ulusal kimliğini ve egemenliklerini korumak şartıyla bir çatı altına toplanması demektir. BOP konusunda yapılan değerlendirmede ise ABD’nin çıkarlarının ön planda olduğu anlaşılmaktadır. Neden bu tür bir girişim bölge ülkeleri tarafından değil de ABD tarafından başlatılmıştır? Elbette bölge ülkelerinin birçoğunun totaliter rejimlerle yönetilmesi, yer üstü ve yeraltı kaynakların beraber paylaşılmaması bir anlamda bu sorumuzu cevaplandırabilir. Ancak dışarıdan dayatma mekanizması ile bu tür bir projenin uygulanması büyük bir ihtimalle bölge devletlerinin elit tabakası tarafından kabullenilmeyecektir. Arap halkı, elitlerinden farklı olarak BOP projesinde öngörülen demokratik sistemin kendi ülkelerinde de kurulmasını istemektedir. Ancak bu sistem iktidarlar tarafından uygulanmamaktadır. ABD’nin zorlaması ile bu sistemin uygulanması sürecinde yaşanmasına ihtimal verilen iç çatışmalardan Arap halkı rahatsız olacaktır. Zira yakın geçmişte Irak’ta başlayan ve hala devam eden iç çatışmalar ciddi bir örnek oluşturmaktadır.[19] 

BOP’un Ortadoğu ülkeleri tarafından kabul edilmesi için ABD bazı konularda taahhütlerde bulunmaktadır. Projeyi uygulamaya başlayan devletler imtiyazlı muamele ve destek görecek ve mali yardımlar alacak ve bu çerçevede:
·                                Dünya Ticaret Örgütü’ne alınmasında kolaylık sağlanacak,
·                                ABD ile serbest ticaret anlaşması imzalanacak,
·                                Ortadoğu’da kurulacak finans merkezlerine üye yapılacak.[20]
           ABD, Ortadoğu ülkelerinde yapılması öngörülen reform sürecinde:
·                                Kadınların özgürleştirilmesi,
·                                Yargı reformlarının yapılması,
·                                Medyanın yeniden yapılanması,
·                                Parlamentoların işlevlerinin arttırılması,
·                                 Sivil toplum örgütlerinin siyasi hayatta öne çıkmasını talep etmektedir.[21]
          
Yukarıda ifade edilen reform çalışmalarının bölge devletleri tarafından yapılması ihtimali oldukça zayıftır. Ancak bölge ülkeleri bu reformların yapılması için ABD baskısı ile karşı karşıya kalacaklarını da bilmektedir. Bir anlamda bu reformlar artık bir zorunluluk olarak ortaya çıkmaktadır. Bölge ülkelerinde yıllardır kadın hakları sınırlandırılmış, yargı tarafsız olmamış, medya devlet kontrolünde olmuş, Parlamentolar iktidarın talepleri doğrultusunda kanunlar kabul etmiş ve sivil toplum kuruluşlarının normal faaliyetine izin verilmemiştir. Bu bağlamda birdenbire reform çalışmalarının başlatılması ve nasıl bir sonuca varacağı yönündeki belirsizlik, yönetici kesimi hiç şüphesiz endişeye sokmaktadır.

ABD, İkinci Körfez Savaşı’nın bitmesinden sonra Washington’da El Hurra (Özgür) adlı Arapça yayın yapan televizyon kanalını hizmete sokmuştur. 62 milyon dolar bütçeye sahip olan El Hurra, uydu alıcılarıyla Ortadoğu bölgesinde de izlenebilecektir. ABD Başkanı George Bush yaptığı açıklamada, hedeflerinin “İslam dünyasında yayılmaya çalışan nefret propagandasını durdurmak”[22] olduğunu ifade etmiştir. Ancak son zamanlarda BOP’un gündeme taşınmasında sonra bu televizyon kanalının sadece “nefret propagandasını” durdurmaya yönelik olmayacağını aynı zamanda BOP’un reklam edilebileceğini göstermiştir.

BOP’u Arap devletlerine tanıtmak ve destek sağlamak amacıyla ABD Dışişleri Bakan Yardımcısı Marc Grossman bölge devletlerinden Mısır, Bahreyn ve Suriye’yi ziyaret etmiş ancak olumlu yanıt alamamıştır. Konu ile ilgili olarak Mısır ve Suudi Arabistan yaptıkları açıklamada, dışarıdan Arap ve İslam ülkelerine dayatılmaya çalışan reformları reddettiklerini ifade etmiştir.[23] Arap Birliği Genel Sekreteri Emir Musa da ABD’nin Arap dünyasına dayatmaya çalıştığı projeyi değerlendirirken görüşlerini “Sanki Ortadoğu deneme tahtası olacakmış gibi gökten girişim yağıyor[24] şeklinde ifade etmiştir.

Bölge devletleri bugün BOP’un uygulanmasına karşı çıksalar da ABD’nin bölge halklarına yönelik propaganda çalışmaları sonucunda bu tür talepler halk tarafından gelebilir ve daha beklenmedik sonuçlar ortaya çıkarabilir.[25] Arap devletlerinin bu reformları yıllar önce uygulamaya koymaları gerekirdi. Ancak totaliter rejim ve yönetim felsefesi bu reformların önünü tıkamıştır. Bu konuda ABD baskısı olsun veya olmasın, bölge ülkeleri çok daha geç kalmadan bu reformları başlatmalıdır. Aksi taktirde ABD bu konuda Arap halklarının desteğini arkasına alarak rejimleri bile değiştirmeyi göze alabilir.

BOP’un Uygulanması Aşamasında Türkiye’nin Önemi ve Rolü
BOP gündeme taşındıktan sonra Türkiye’nin bu projeye ilişkin görüşleri Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın ABD Başkanı Bush’la Beyaz Saray’da buluşmasından sonra belirginlik kazanmıştır.[26] Bu tarihten itibaren Türkiye’de siyasetçiler, basın, yayın kuruluşları ve akademisyenler konuyla ilgili olumlu veya olumsuz çeşitli değerlendirmelerde bulunmuş ve bu değerlendirmeler halen devam etmektedir. Tartışılan başlıca konulardan biri de Türkiye’nin BOP’da önemi ve rolü olmuştur. Bir Ortadoğu ülkesi olmasına rağmen, kurulduğu 1923 yılından günümüze kadar Avrupa’nın demokratik ve laik yapısını temel alarak bu yönde ilerleyen Türkiye, bugün BOP’da nasıl bir rol oynamalıdır? Ortadoğu ülkelerinin yönetildiği despot ve totaliter rejimlerden farklı olarak 81 yıldır demokratik bir rejim benimseyen Türkiye, 1964 yılından itibaren AB üyesi olmak için mücadele vermektedir. Türkiye’nin AB üyesi olmak yolunda verdiği mücadele BOP’un uygulanması aşamasında her hangi bir kesintiye uğrar mı? Türkiye kendisini bu projenin neresinde görüyor veya ABD’ bu projede Türkiye’ye nasıl bir rol vermiş bulunmaktadır’ Bu proje uygulanırsa, Türkiye’nin egemenliği tartışılır hale gelir mi? Türkiye’nin laik ve demokratik devlet sistemi Ortadoğu ülkeleri için bir model olabilir mi?

Bu tür soruları yanıtlamadan Türkiye’nin BOP’da önemi ve rolü hakkında belli başlı fikir yürütmek mümkün değildir. Her ne kadar ABD, Türkiye’yi BOP’da görmek istese de Türk hükümeti bugünkü jeopolitik denklemleri göz önünde bulundurarak bu projeye katılıp katılmamasına kendisi karar vermelidir.

Her şeyden önce, Türkiye’nin içinde bulunduğu bir bölgede küresel bir değişiklik söz konusuysa ve bu gidişatı durdurmak yeteneğine sahip değilse, Türkiye siyasi, ekonomik ve askeri çıkarlarını maksimum düzeyde koruyabilmek şartıyla bu değişikliğin içinde yer almalıdır. Bu tür bir değişikliğin içinde bulunup, gelişmeleri etkilemek için Türkiye’nin güçlü ekonomik ve siyasi mekanizmalara sahip olması gerekmektedir. Bugün Türkiye bu tür mekanizmalara sahip değildir. Türkiye’yi ABD için cazip kılan Türkiye’nin ekonomik ve siyasi gücü değil, demokratik ve laik yapısıdır.

Yukarıda ifade edilen bu görüşlerin yanı sıra bölgesel ve küresel anlamda yaşanan değişiklikler de göz önünde bulundurulmalıdır. Bugün Türkiye, uluslararası politikada ciddi bir şekilde köşeye sıkıştırılmıştır. Kıbrıs sorununun çözümünde taviz vermeye zorlanmış, AB üyeliğinde belirsizlik halen devam etmektedir, Ermenistan sözde soykırım suçlamaları ile Türkiye’nin imajını ciddi şekilde zedelemiştir. AB üyesi olma yolunda ilerleyen Türkiye’yi, AB üyesi olan ülkelerin yerel veya ulusal meclisleri/Parlamentoları soykırımla suçlamaktadır. ABD, Türkiye’yi hayati önem taşıyan Irak’taki askeri ve siyasi gelişmelerin dışında bırakmıştır. Kuzey Irak’ta ABD, Türkiye’den daha çok bölgedeki Kürt gruplaşmaları ile işbirliği içinde olmuş, Türkiye’ye karşı bazı terör örgütlerini (PKK) gizli veya açık bir şekilde desteklemiş veya en azından bu örgütlerin faaliyetine göz yummuştur. Türkiye BOP’da yer almak istiyorsa, bu gelişmelere dikkat etmeli ve ne tür baskılarla karşılaşırsa karşılaşsın çıkarlarının en çok korunduğu cephede yer almalıdır. Tabii ki bunun için de hükümetin güçlü bir siyasi iradeye sahip olması ve olayları hükümetin devamı açısından değil, Türkiye’nin ulusal çıkarları açısından değerlendirmelidir.

Kasım 2003 seçimlerinden sonra tek başına iktidara gelen Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), köken itibarıyla dini değerleri öne çıkaran bir partiden gelmektedir. Ancak dini görüşleri farklı bir açıdan yorumlayarak kendilerini muhafazakâr demokratlar olarak tanıtmıştır. Aslında AKP hükümetinin BOP’de nasıl bir rol üstleneceğine son bir buçuk yıllık iktidarı döneminde izlediği ekonomik ve siyasi politikaları değerlendirerek açıklık kazandırmak mümkündür. Tabii ki AKP hükümeti ekonomik anlamda ciddi başarılara imzasını atmıştır. Ancak bu başarılara paralel olarak siyasi ve askeri anlamda bazı konularda başarılı olmadığı gözlemlenmiştir. Kıbrıs sorununda taviz vermeye zorlanmış, Irak’taki yapısal değişikliklerin dışında kalmış, Türkiye’nin ulusal çıkarları göz ardı edilmiştir. Bugün Türkiye’nin karşılaştığı sorunların tamamı (Kürt meselsi, Kıbrıs’ta 1960’lı yıllarda Türklere karşı yapılan katliamlara seyirci kalmaları, Irak Türkmenlerinin siyasal ve ekonomik hayattan dışlanmaları ve.b) “müttefik” olarak kabul ettiği ABD ve Avrupa ülkeleri tarafından ortaya çıkarılmıştır. Peki, uluslararası ortamda değişen ne oldu da ABD, BOP’da Türkiye’yi yanında görmek, demokratik ve laik yapısını bölge ülkelerine örnek göstermek istemiştir. Aslında değişen hiçbir şey yoktur. Sadece ABD’nin bugünkü çıkarları bunu gerektirmektedir. ABD’nin başlıca amacı Türkiye’yi bölgede ekonomik, siyasi ve askeri bakımdan güçlü bir devlet yapmak değildir ve olamaz da.

“Türkiye, tarihi, coğrafi, iktisadi, dini ve kültürel bakımdan Büyük Ortadoğu’nun bir parçasıdır. Sonuç itibarı ile bölgede yaşanan bütün askeri, siyasi, ekonomik ve fikri gelişmelerden etkilenmektedir. NATO üyesi olan Türkiye’nin ABD ile köklü ekonomik, askeri ve kültürel ilişkileri vardır. Bir yandan projeyi geliştiren tarafın yanında yer almaya zorlanırken, diğer yandan da değiştirilmesi öngörülen ülkeler arasında yer almaktadır. Bu süreçte Türkiye değişim/dönüşüm için dört farklı kaynaktan baskı görecektir;
·                                AB üyeliği yolunda uzunca bir süreden beri var olan değişim baskıları,
·                                BOP ile başlayacak olan ekonomik, sosyal ve siyasi alanlardaki değişim baskıları,
·                                Türkiye’nin kendi iç dinamiklerinden beslenecek olan baskılar,
·                                Söz konusu projenin Türkiye’yi çevreleyen Kafkaslar, Ortadoğu ve Doğu Akdeniz devletleri ve halkları üzerinde yaratacağı değişimin Türkiye’ye yansımaları.”[27]

Bu arada proje gündeme geldikten sonra bazı medya kuruluşları bunun bir Türk projesi olduğunu savunmaya başlamıştır. Bu konuda yapılan değerlendirmelerde “projenin yaşayabilmesi ve uygulamada büyük zorluklarla karşılaşmaması için, projenin, sahip çıkacak ülkeler ve halklar tarafından iyi anlaşılması ve gönüllü benimsenmesi gerekir. Türkiye’nin girişimi böyle bir anlayış ve benimsemeyle karşılanmaya değecek değerde” [28] şeklinde ifade edilerek BOP’un peşinen kabul edilmesi yönünde propaganda yapılmaktadır.

Projeyi uygulamaya çalışan ABD’nin, Türkiye’yi ikna etmek için vurguladığı başlıca temel noktalar şunlardır:
·              Türkiye’nin demokratik ve laik yapısının bölge ülkelerine örnek olması,
·              Türkiye’de iktidarda olan ılımlı İslami görüşün (veya Sufi İslam) bölge ülkeleri tarafından da kabul edilmesi olasılığı.
         
ABD Başkanı Bush’un “Türkiye’nin kendi laik ve demokratik sistemine yönelik tüm tehditlere karşı direndiğini, ancak Türklerin hala İslam dinine saygılı, muhafazakar olduklarını….”[29] ifade etmesi yukarıda belirtilen görüşleri doğrular niteliktedir. Bu projeden Türkiye’nin ekonomik, siyasi ve askeri bakımdan nasıl bir kazancı olacağı hususu ise halen belirsizdir. Bölgede yapılması planlanan sosyal, ekonomik, siyasi ve askeri alandaki değişim ve dönüşümlerden Türkiye’nin nasıl etkileneceği veya Türkiye’deki değişimin boyutlarının ne olacağı konunda da kamuoyu fazla bilgilendirilmemiştir. ABD’de faaliyet gösteren Freedom House kuruluşu 2003 yılı raporunda bölge ülkelerinden sadece İsrail’i demokratik ülke olarak kabul etmiştir. Devlete yakınlığı ile bilinen bu kuruluşun Türkiye’yi demokratik bir devlet kabul etmediği halde, Birleşik Devletler hükümetinin Türk demokrasisi ve laik yapısını örnek olarak bölge ülkelerine sunması da samimi gözükmemektedir.

            AKP Hükümetinin BOP’a Yaklaşımı
AKP hükümetinin son dönemlerde yürütmeye çalıştığı politikalar göz önüne alındığında ABD’nin BOP ile örtüştüğü gözükmektedir. ABD BOP’uluslararası, ortaya attıktan hemen sonra Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Ortadoğu Birliği’nin kurulmasını önermiştir. Mantıklı bir şekilde düşünüldüğünde Gül’ün kurulmasını istediği Ortadoğu Birliği, ABD’nin BOP’una alternatif olmaz, çünkü Türkiye’nin bu tür bir projeyi uygulaması için ekonomik, siyasi ve askeri gücü yoktur. Dolayısıyla da teklif edilen bu birlik BOP’un daha yumuşak bir ifade ile Arap ülkelerine anlatılmaya çalışmaktan başka bir şey değildir. Gül bu açıklamanın ardından Kuveyt’e yaptığı resmi bir ziyaretinde “Bölgemizde yeni bir güvenlik şemsiyesi oluşturalım. Artık kendi bölgemize sahip çıkma cesaretini göstermemiz gerekiyor. Ortadoğu’nun güvenlik ve refahını Akdeniz ve Güney Avrasya’ya bağlama konusunda önemli bir rol oynayabiliriz. Kendimizi tüm bölgemizde güven sağlayacak yeni adımlar atmaya hazırlamalıyız…[30]şeklinde konuşması AKP’nin peşinen BOP’un önceliğini kabul ettiğini göstermektedir.

           Başbakan Erdoğan’ın, Ocak 2004 tarihinde ABD’ye yaptığı resmi ziyaretin ana gündemini oluşturan konulardan biri de BOP olmuştur. Bu konuda bir değerlendirme yapan Erdoğan, “stratejik bir vizyon” üzerinde mutabık kaldıklarını, Türkiye’yi İslam kültürü ile demokrasi kültürünü bir arada sunabilmesi açısından model ülke olarak tanımlamış… ve Türkiye üzerinden atılacak adımların olumlu neticeler getireceğini ifade etmiştir.[31]

1990’lı yılların başlarında Adriyatik’ten Çin Seddi’ne Türk dünyası işbirliği sloganı AKP’nin iktidara gelmesi ile unutulmaya başlanmıştır. Daha önceki hükümetlerin de bu konuda fazla bir şey yapmadıkları söylenebilir. Ancak hiç değilse ekonomik ve siyasi imkânları el verdiği ölçüde bu yönde bazı çalışmaları olmuştur. AKP, Türk dünyası projesini arka plana iterek ABD’nin önderliğinde Ortadoğu’da etkin olmayı hedeflemektedir. Ancak unutulmaması gereken bir şey varsa, ABD ne kadar istiyor veya izin veriyorsa, Türkiye’nin BOP’un uygulanması aşamasında o kadar başarılı olacağıdır. Bu konuda AKP hükümeti vizyonunu çok geniş tutmasına rağmen ilerideki aşamalarda ciddi hayal kırıklığı yaşayabilir. Hükümet BOP’da Türkiye’ye nasıl bir rol verileceği kesinleşmeden sözlü olarak taahhüt altın girmektedir. Bundan başka BOP’a sıcak bakmayan Arap devletlerini de ikna etmeye çalışmaktadır ki, bu da ileride Türkiye’nin model ülke gösterilmesi açısından etkinliğini zayıflatabilir. Arap devletlerini BOP konusunda Türkiye değil, projeyi uygulamaya çalışan ABD ve siyasi, ekonomik ve askeri açıdan çıkarları olan başka ülkeler ikna etmelidir.


BOP’da NATO’nun Yeri ve Önemi
ABD’nin dış politikada başarılı olması NATO’nun işlevsel ve yapısal fonksiyonlarının BOP çerçevesinde nasıl dönüştürebileceğine bağlıdır. Bu dönüşüm ile NATO üyelerinin kapsadığı alanın dışındaki bölgelerde daha etkin bir rol oynaması öngörülmektedir. ABD Soğuk Savaş döneminin tehditleri altındaki eski Avrupa’da konuşlanmış olan askeri gücünün yerine farklı becerileri olan- mobil hareket edebilen ve daha geniş alana yayılan bir askeri konuşlanmaya hazırlanmaktadır.[32]

ABD, BOP kadar büyük ve küresel sonuçlar doğuracak bir projenin uygulanması için ekonomik ve siyasi birikime sahip olabilir. Ancak askeri gücü ne kadar olursa olsun, projenin uygulanması aşamasında bölgede yaşanacak silahlı çatışmalarda (Irak ve Afganistan örneğinde olduğu gibi) bu gücüne dayanarak tek başına istediği sonuca ulaşması mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle de projeyi uygulamaya koyarken sadece kendi askeri gücünü değil, aynı zamanda NATO gücünden de yararlanmak isteyecektir.

NATO, Soğuk Savaş yıllarının yaşandığı ilk dönemde Sovyet Bloğuna karşı kurulmuş askeri bir organizasyondur ve başlıca amacı, Avrupa ve Amerika’nın güvenliğini sağlamak olmuş ve 1980’li yılların sonlarına kadar bu görevini başarı ile yerine getirmiştir. Sovyetlerin dağılmasından sonra Amerika ve Avrupa’yı tehdit eden güç ortadan kalkmış, ancak başta Ortadoğu bölgesi olmak üzere, dünyanın çeşitli bölgelerinde küresel güvenlik ve istikrarı tehdit eden uluslararası terörizm sorunu ortaya çıkmıştır. NATO’nun faaliyet alanında ciddi bir değişiklik meydana gelmiş, süper güce sahip olan ülkelerin yerine küçük sayıda silahlı birliklere, mobil özelliğe ve ne zaman, nerede eylem yapacakları çok zor tahmin edilen bir güçle-uluslararası terörizmle mücadele etmeye başlamıştır. Bu durum NATO açısından ciddi bir sorun olarak ortaya çıkmıştır. Yapılanma şekli itibarıyla NATO belli başlı sayı ve güce sahip olan devletlere karşı mücadele vermek üzere kurulmuştur.[33] 11 Eylül saldırısından sonra ABD kendi askeri gücünün yanı sıra NATO kuvvetlerinden de yararlanmaya çalışmıştır. Bir başka ifade ile ABD kendisinin ekonomik ve siyasi güvenliğini korumak için NATO üyesi devletlerin de askeri potansiyelinden başarılı bir şekilde yararlanmıştır. Pentagon’un 2003 yılında yaptığı açıklamaya göre Haziran 2003 yılı itibarı ile ABD sınırları dışında, dünyanın 130 ülkesinde 702 askeri üste toplam 253 288 Amerikan askeri görev yapmaktadır.[34] Bu kadar geniş askeri örgütlenme şebekesine sahip olmasına rağmen, ABD yine de müttefiklerinin desteğine ihtiyaç duymaktadır. Bu tür bir yapılanma Sovyetler Birliği’ne karşı oluşturulmuştu. Ancak 1990’lı yılların başlarında yaşanan jeopolitik değişiklikler ABD’nin bugünkü stratejik çıkarları ile uyuşmamaktadır.

ABD bu fırsatı BOP’da da kullanmak istemektedir ve büyük bir ihtimalle müttefiklerini ikna edebilecektir. ABD’nin NATO temsilcisi Nicholas Burns, 19 Ekim 2003 yılında Prag’da düzenlenen “NATO ve Büyük Ortadoğu” adlı konferansta konu ile ilgili yaptığı açıklamada düşüncelerini “NATO’nun görevi hala Kuzey Amerika’yı ve Avrupa’yı savunmaktır. Fakat Amerika veya Avrupa’da oturarak bunu yapabileceğimizi sanmıyorum. Bütün kavramsal dikkatimizi, askeri güçlerimizi güneye ve doğuya yöneltmeliyiz. İnanıyorum ki, NATO’nun istikbali güney ve doğudadır. Büyük Ortadoğu’dadır”[35] şeklinde ifade etmiştir. Burns’un bu açıklaması NATO’da yapısal ve askeri üslerin konuşlanması bakımında coğrafi açıdan ciddi değişikliklerin yapılması gerektiğini ortaya koymaktadır. Yaklaşık yarım asırdır Batı Avrupa’da konuşlanan NATO üsleri Ortadoğu bölgesinde meydana gelecek çatışmaların önlenmesinde coğrafi uzaklık açısından etkili olmayacaktır. ABD Batı Avrupa’da konuşlanan NATO birliklerinin Doğu Avrupa’ya-Polonya, Romanya ve Bulgaristan’a kaydırılmasına çalışmaktadır. Her şeyden önce NATO birliklerinin güneydoğu Avrupa’ya yerleştirilmesi hem sorunlu bölgeler olarak bilinen Körfez ve Ortadoğu bölgelerine en kısa sürede ulaşmak hem de daha az masraf etmek açısından daha avantajlıdır.[36] 

Ayrıca ABD’nin Ortadoğu’daki ülkeler arasındaki karşılıklı yardımlaşma ve işbirliğini güçlendirmek için ileri sürdüğü “İstanbul İşbirliği Girişimi” büyük bir öneme sahiptir. Konu bu yönü ile değerlendirildiğinde Orta Doğu kültürünün bir parçası olan, ona yabancılaşmamış ve bunun yanı sıra bir takım yeni özellikler edinmiş Türkiye’nin, NATO’nun bölgeye girişinde daha faydalı olacağı görülmektedir. Nicholas Burns bu konuda yaptığı bir değerlendirmede NATO zirvesi için İstanbul’un tesadüfen seçilmediğini ifade etmiştir.  Büyük Orta Doğu’ya olan merak ve ilgi bu konuda Türkiye’ye verilen önemi de yansıtmaktadır. Konuya bu tür yaklaşım AB'nin Avrupalılaştırma isteğine karşı ABD'nin Avrasyalılaştırma stratejisidir.

Bugün NATO’nun BOP’da nasıl bir rol oynayacağı konusunda akademisyenler ve siyasetçiler tarafından çeşitli değerlendirmeler yapılmaktadır. Bu konuda en güvenilir bilgilere ise Haziran 2004 tarihinde İstanbul’da yapılacak NATO Zirvesi’nden sonra ulaşılacaktır. Her ne kadar kesin veriler olmamasına rağmen, İstanbul Zirvesi’nde aşağıda belirtilen konuların ele alınacağı tahmin edilmektedir:
·                                NATO’nun genişleme süreci. Bu Zirvede Doğu Avrupa ülkelerinin NATO’ya üye olması ile toplam üye sayısı 26’ya yükselecektir,
·                                2007 yılında toplam 21 ülke hem NATO hem de AB üyesi olacak. NATO ve AB ortak savunma stratejisinin belirlenmesi,
·                                 Afganistan ve Irak operasyonlarının geleceği,
·                                ABD’nin NATO’ya mali yardımlarının arttırtması,
·                                Rusya’nın NATO sorumluluğu altında olan bölgelere (Orta Asya ve Güney Kafkasya) yönelik politikaları,
·                                Büyük Ortadoğu’da NATO’nun üstleneceği strateji ve rolü,[37]
·                                Afganistan/ISAF harekâtı,
·                                NATO’nun Irak’ta alabileceği rol,
·                                Balkanlar’daki harekâtın AB’ye devri,
·                                 Akdeniz Diyalogu ve ABD’nin “İstanbul İşbirliği Girişimi”,
·                                NATO-Diğer Ortaklık İlişkilerinin Geleceği ve NATO’nun Genişlemesi,
·                                 Kuvvetlerin Kullanılabilirliği ve Yetenekler-NATO Komuta Yapısı,
·                                Prag Yetenekler Taahhüdü ve NATO Mukabele Kuvveti,
·                                 Füze Savunması.
NATO’nun İstanbul Zirve toplantısında bu konular üzerinde anlaşma sağlanırsa, ABD’nin gündeme taşıdığı BOP’un daha çok uygulama şansı var demektir.  ABD’nin başlıca amacı Irak’ta ve BOP’un uygulanması aşamasında yaşanması beklenen muhtemel çatışmalarda NATO güçlerinin kullanılmasıdır. Bu başarıldığı taktirde ABD hem maddi hem de askeri güç bakımından üzerine düşen ağırlıktan büyük bir ölçüde kurtulacaktır. Bu da Başkanlık seçim sürecinin başladığı bir dönemde Başkan Bush’un rakiplerine karşı elini biraz daha güçlendirecektir.

Sonuç
ABD tarafından uygulanmaya çalışılan BOP, sadece Ortadoğu’da yapılması planlanan değişikliklerin değil, küresel anlamda yapılması planlanan bir politikanın başlangıcıdır. Bu politikanın başarılı olma şansı da BOP’un nasıl uygulanacağı ile ilintilidir. ABD kısa bir sürede bu proje çerçevesinde bazı başarılar elde ederse, projeye karşı çıkan ülkeleri de ikna edebilir. Bunun için, BOP’un her ne kadar kendisinin lehine bir proje olduğu bilinse de, sadece Amerikan çıkarlarının değil, bölge devletleri ve halklarının da çıkarlarına uygun olduğunu kanıtlamalıdır. Bu bağlamda İsrail-Filistin/ Arap devletleri karşı durmasını makul bir şekilde çözüme kavuşturmalı, özellikle halk bazında destek aramalıdır. Irak’ta da görüldüğü gibi totaliter rejimler ve diktatörler gelir ve gider, kalıcı olan halktır. Ortadoğu ülkelerinde demokrasi ve insan hakları için mücadele etmeye çalışan ve demokratik rejim talep eden kesimlerin görüşlerini de dikkate almalı ve işbirliği içerisinde olmalıdır.

BOP’la Ortadoğu coğrafyası Fas’tan Pakistan’a kadar genişlemiş ve siyasi edebiyata yeni bir kavram girmiştir. Yani bölgesel ve coğrafi anlamda yeni bir kavram geliştirilmiştir. Bu kavramın ne kadar kabul göreceği de projenin başarı şansına bağlıdır. Yüzyıllardır “Yakındoğu”, “Ortadoğu” gibi terimlerle ifade edilen bölge tanımlama açısından yeni bir anlam kazanmıştır. Bir anlamda ABD’nin büyüme trendi ve dünya devlet olma yönündeki girişim ve çabaları sonucunda dünya bir az daha küçülmüştür.

BOP’un amacı daha önce de ifade ettiğimiz gibi ABD’nin siyasi, ekonomik, askeri ve stratejik çıkarlarının yeniden yapılandırılmasıdır. Bu bağlamda enerji kaynağının bulunduğu ve petrol boru hatlarının geçtiği bölgelerin güvenliği ABD için öncelikli konuma sahiptir. Sözde bölgeye demokratik değer ve geleneklerin getirilmesine çalışılsa da amaç, yeni bir sömürgecilik anlayışının kabul ettirilmesidir.

ABD bugüne kadar bölge ülkelerine yönelik “havuç ve sopa” politikasını izlemiştir. Yani, ABD çıkarlarının tehlikeye girdiği dönemlerde istediği kadar sert tepkiler göstermiştir. BOP’un reklam aşamasında sopayı arkasında gizlediği gözükmektedir. Ancak BOP’un uygulanması aşamasına paralel olarak NATO’nun genişleme stratejisi uygulama çalışması, istediği zaman sopayı tekrar kullanabileceğini göstermektedir.

Projenin Türkiye’ye yansıması ise kısaca şu şekilde özetlenebilir; Türkiye dış politikasında büyük bir ölçüde ABD’ye bağımlı kalabilir; ekonomik, siyasi, sosyal, askeri ve stratejik girdi ve çıktıları hesaplanmadan, Türkiye’nin bu projede yer alması ileride onarılması mümkün olmayan sorunlarla (Türkiye’nin Federalleşmesi) karşı karşıya kalmasına neden olabilir; özellikle projenin uygulanması sürecinde bölgede çıkabilecek çatışmalarda Türk silahlı kuvvetlerinin katılımı söz konusu olabilir ki, bu da sorunun yaşandığı ülkeler tarafından Türkiye’nin ABD’nin ileri karakolu olduğu anlamına gelir ve imajı zedelenir, Türkiye zaten laik ve demokratik bir cumhuriyettir. Arap ülkelerine göre çok fazla değişim ve dönüşüme ihtiyacı yoktur. Model ülke olarak kendisini olayların içine atmamalı, Arap ülkeleri gerçekten demokrasi ve insan haklarına saygılı bir rejim istiyorsa, zorla değil, gönüllü olarak Türkiye modelini uygulamaya çalışmalıdırlar; bölgede yaşanacak çatışmalara NATO müdahale ederse, bu örgüte üye olarak ister istemez karşı cephede yer alacak ve bunun sonuçlarına katlanmak mecburiyetinde olacaktır; NATO’nun genişlemesi ile Türkiye doğu bölgelerinde var olan ayrılıkçı Kürt grupları ile mücadelede daha fazla manevra alanı elde edemeyecektir. Bu bağlamda, ABD proje çerçevesinde sorunların çözüleceğini iddia ediyorsa, Kuzey Irak’ta PKK terör örgütünün faaliyetini tamamen durdurmalı veya Türkiye’nin bölgeye müdahalesine izin vermelidir; NATO’nun genişlemesi ile Türkiye’nin jeopolitik konumunda zayıflama söz konusu olabilir.

KAYNAKÇA
Kitaplar:
1. Bernard Lewis, Ortadoğu, (Çev: Mehmet Harmancı), Ortadoğu Sabah Kitapları, Olaylar-İnsanlar Dizisi, Baskın Ofset, Birinci Baskı, İstanbul, Temmuz, 1996, s. 17.
2. İbrahim Ferhat ve Heidi Vedel, Ortadoğu’da Sivil Toplumun Sorunları, (Çev: Erol Özbek), İstanbul, İletişim Yayınları, 1997, s. 27.
            
          Makaleler:
1.   Adam Garfinkle, “The Greater Middle East In 2025,” Foreign Policy Research Institute, 17 Aralık 1999.
2.     Abdulbari Atwan, “Araplardan ABD’ye Mesaj: “Demokrasimizi Biz Kurarız”, Kuds ül Arabî Gazetesi,  (Tarihi belli değil).
3.     Ian O. Lesser ve b, “Sources of Conflict İn The Greater Middle East,” http://www.rand.org/publications/MR/MR897/MR897. chap2.pdf
4.    Hasan Celal Güzel, “Büyük Ortadoğu/ Büyük Türkiye,” http://www.haberim.com/yazar.php?id=227
5.    S. Ergin, Türkiye Büyük Ortadoğu Sahnesine Çıkarken,” http://savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=1&ArsivAnaID=18187&ArsivSayfaNo=
6.    V. P. Yurçenko, “O Planakh po İzmeneniyu Bazirovaniya VS SŞA za Rubejom,” http://www.iimes.ru/rus/stat/2004/27-01-04.htm
7.    Nicola Butler, NAO’S Future: To the Greater Middle East and beyond?, Diasarmamanet Diplomacy, Issue No: 75, January/February 2004.
8.    Robert Harkavy, “Strategıc Geography And The Greater Mıddle East,” www.nwc.navy.mil/press/Review/2001/Autumn/art2-au1.htm - 63k
9.   Gren Jerrold D, “İran’s Foregin Policy Beetwen Enmity and Consiliation,” 1992, Current History, No: 570.
10. “Değişen jeopolitik Dengeler ve ‘Büyük Ortadoğu” Modeli,” Stratejik Analiz, Sayı: 9,  Ocak 2001, ss. 63–64
11.  Anıl Çeçen, “Büyük Ortadoğu ve Kafkasya,” 2023 Dergisi, 25 Kasım 2003, Sayı. 31. ss.34–37.
13.  Ruzan Pogosyan, “SŞA Osuşestvlyaet “Programmu Bolşogo Blijnogo Vostoka,” http://www.rosvesty.ru/numbers/1671/sng/article_36.phtml
14. G.G. Georgiou, “United States Energy Security Policy and Options for the 1990s” Energy Policy, Vol.21, August 1993, ss. 831,839.

15. Vladimir Maksimenko, “Tsentralnaya Aziya i Kavkaz: Osnovaniye Geopolitiçeskogo Edinstva,”

http://www.ca-c.org/journal/cac-09-2000/08.Maksimen.shtml

16.  Rauf Mirkadırov ve Vladimir İvanov, “Azerbaydjan Otkrıvaet Amerikanskie Voennıe Bazı,” Nezavisimaya Gazeta, 23 Mart 2004

Gazeteler:

Akşam 23 Şubat 2004.
Aydınlık, 22 Şubat 2004.
Cumhuriyet, 1 Mart 2004.
Cumhuriyet, 28 Şubat 2004.
Milli Gazete, 17 Şubat 2004. 
Milliyet, 17 Şubat 2004.
Milliyet, 4 Mart 2004.
Radikal, 21 Mart 2004.
Türkiye, 16 Şubat 2004.
Yeni Şafak, 16. Şubat 2004, 
Yeni Şafak, 17 Şubat 2004.
Yeni Şafak, 18 Şubat 2004,
Yeni Şafak, 18 Şubat 2004.
Yeni Şafak, 24 Şubat 2004.
Zaman, 01. Mart 2004.
Zaman, 18 Şubat 2004.

Haber Ajansları:
İRNA Haber Ajansı, 4 Mart 2004.


[1] Bernard Lewis, Ortadoğu, (Çev: Mehmet Harmancı), Ortadoğu Sabah Kitapları, Olaylar-İnsanlar Dizisi, Baskın Ofset, Birinci Baskı, İstanbul, Temmuz, 1996, s. 17.
[2] Lewis, Ortadoğu, s. 18.
[3] Lewis, Ortadoğu, s. 20.
[4] Gren Jerrold D, “İran’s Foregin Policy Beetwen Enmity and Consiliation,” 1992, Current History, No: 570.
[5] İbrahim Ferhat ve Heidi Vedel, Ortadoğu’da Sivil Toplumun Sorunları, (Çev: Erol Özbek), İstanbul, İletişim Yayınları, 1997, s. 27.
[6] “Değişen jeopolitik Dengeler ve ‘Büyük Ortadoğu” Modeli,” Stratejik Analiz, Sayı: 9, Ocak 2001, ss. 63–64.
[7] Ruzan Pogosyan, “SŞA Osuşestvlyaet “Programmu Bolşogo Blijnogo Vostoka,” Daha geniş bilgi için bkz:  http://www.rosvesty.ru/numbers/1671/sng/article_36.phtml
 [8] İbrahim Karagül, “JFQ Dergisinin ‘Büyük Ortadoğu” Dosyası: Bu Projenin Neresi Yerli?” Yeni Şafak, 17 Şubat 2004.
[9] Büyük Ortadoğu Projesi, Daha geniş bilgi için bkz: http://www.milliyet.com/2004/02/26/yazar/toruner.html
Adam Garfinkle, “The Greater Middle East In 2025,” Foreign Policy Research Institute, 17 Aralık 1999, ve Robert Harkavy, “Strategıc Geography And The Greater Mıddle East,” Daha geniş bilgi için bkz. www.nwc.navy.mil/press/Review/2001/Autumn/art2-au1.htm - 63k
[10] Anıl Çeçen, “Büyük Ortadoğu ve Kafkasya,” 2023 Dergisi, 25 Kasım 2003, Sayı. 31. ss.34–37.
           [11] Sami Kohen, “Projenin Başarı Şansı Ne?”, Milliyet, 4 Mart 2004.

[12] G.G. Georgiou, “United States Energy Security Policy and Options for the 1990s” Energy Policy, Vol.21, August 1993, ss. 831,839. Bazı kaynaklarda dünya petrol rezervinin % 70’şi, doğalgaz rezervinin ise % 40’nın Ortadoğu’da bulunduğu bildirilmektedir. Bkz: Vladimir Maksimenko, “Tsentralnaya Aziya i Kavkaz: Osnovaniye Geopolitiçeskogo Edinstva,” http://www.ca-c.org/journal/cac-09-2000/08.Maksimen.shtml


[13] Abdulbari Atwan, “Araplardan ABD’ye Mesaj: “Demokrasimizi Biz Kurarız”, Kuds ül Arabî Gazetesi,  (Tarihi belli değil).
           [14] Nejat Eslen, “ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi ve Türkiye”, Akşam 23 Şubat 2004.
[15]  Ian O. Lesser ve b, “Sources of Conflict İn The Greater Middle East,” Daha geniş bilgi için bkz: http://www.rand.org/publications/MR/MR897/MR897. chap2.pdf
[16] Ian O. Lesser ve b, “Sources of Conflict İn The Greater Middle…,” Hasan Celal Güzel, “Büyük Ortadoğu/ Büyük Türkiye,” Daha geniş bilgi için bkz: http://www.haberim.com/yazar.php?id=227
[17]Daha geniş bilgi için bkz: http://www.zaman.com.tr/?hn=22496&bl=yorumlar&trh=20040304 
[18] Ian O. Lesser ve b, “Sources of Conflict İn The Greater Middle…,”
[19] İbrahim Karagül, “Medeniyetler Çatışması” Tezi “İç Çatışma Projesin” Döndü.” Yeni Şafak, 24 Şubat 2004.
           [20] Mustafa Balbay, “ABD’den Ortadoğu’ya: BOP Dedik…”, Cumhuriyet, 1 Mart 2004.
           [21] Balbay, “ABD’den Ortadoğu’ya…,”
[22] Emcet Olcaytı ve Aytunç Erkin, “Diyarbakır Başkent!”, Aydınlık, 22 Şubat 2004, s. 9. Türkiye, 16 Şubat 2004.
[23] İRNA Haber Ajansı, 4 Mart 2004.
[24]  Atwan, Araplardan ABD’ye Mesaj: “Demokrasimizi…,
[25] Suudi Arabistan’da reform talep eden vatandaş dilekçelerinde ciddi bir artış gözlenmektedir. Son dilekçe, verilen kuru vaatler sonrası artık sadece reform değil, uygulanması için zaman cetveli isteyen 900 siyasi ve akademisyenin imzasını taşımakta.
           [26] Muhammed Hureddin, “Türkiye ve Büyük Ortadoğu projesi,” Zaman, 01. Mart 2004
[27] Nihat Ali Özcan, “Büyük Ortadoğu Projesi’ Türkiye’yi de Dönüştürür,” Zaman, 18 Şubat 2004.
[28] Fehmi Koru, “Yerli Bir Proje”,  Yeni Şafak, 16. Şubat 2004,  “Yerlinin Yerlisi”, Yeni Şafak, 18 Şubat 2004,
[29] Hüsnü Mahalli, “Bush’un Büyük Yalanı”, Yeni Şafak, 18 Şubat 2004. Bush’un bu açıklamada bulunması bir başka soruyu da sormamızı gerektirmektedir. Acaba, diğer Müslüman ülkeler İslam dinine saygılı davranmamaktadır mı? ABD ve Avrupa’nın görüşlerine göre tabii ki hayır. 1949 yılında İsrail’in kurulmasından sonra bölge güvenliği ve istikrarı bozulmuş, Arap dünyası ciddi sorunlarla karşı karşıya kalmıştır. İsrail’in yayılmacı politikasına karşı direnmek için ekonomik ve siyasi güçlerini birleştirmek yeteneğine sahip olmayan veya bu yeteneği engellenmiş, Arap milliyetçiliği çatısı altında ortak platformdan mücadele vermeyi başaramayan Arap halkı dini görüşler etrafından birleşerek mücadele etme fırsatını yakalamıştır. Ancak Arapların bu mücadelesi ABD ve Avrupa tarafından terörizm olarak tanımlanmıştır. Ordusu ve modern silahlara sahip olmayan Filistin halkı veya başka bölgesel güçler sadece gerilla mücadelesini seçmişler diye Filistin halkının bağımsızlık mücadelesini terör olarak tanımlamak ahlaki açıdan ne kadar doğrudur? Oysa İsrail’in yüksek teknolojiye sahip askeri araçlarla sivil Arap halklarına yönelik saldırısı ise savunma olarak görülmektedir.
[30] Ebubekir Gülüm, “AKP’den ABD’nin ‘Büyük Ortadoğu! Planına Açık Destek” Milli Gazete, 17 Şubat 2004. 
[31] S. Ergin, Türkiye Büyük Ortadoğu Sahnesine Çıkarken,” Daha geniş bilgi için bkz:                           http://savaskarsitlari.org/arsiv.asp?ArsivTipID=1&ArsivAnaID=18187&ArsivSayfaNo=
          [32] Ayşe Kadıoğlu, “Büyük Ortadoğu Girişimi,” Radikal, 21 Mart 2004.
[33] Rauf Mirkadırov ve Vladimir İvanov, “Azerbaydjan Otkrıvaet Amerikanskie Voennıe Bazı,”      Nezavisimaya Gazeta, 23 Mart 2004
[34] V. P. Yurçenko, “O Planakh po İzmeneniyu Bazirovaniya VS SŞA za Rubejom,” Daha geniş bilgi için bkz. http://www.iimes.ru/rus/stat/2004/27-01-04.htm
[35] Nicola Butler, NAO’S Future: To the Greater Middle East and beyond?, Diasarmamanet Diplomacy, Issue No: 75, January/February 2004, Taha Akyol, “Büyük Ortadoğu Nereye?”, Milliyet, 17 Şubat 2004.
           [36] Yurçenko, O Planakh po İzmeneniyu Bazirovaniya…,
[37] Mustafa Balbay, “NATO-AB Genişlemesinde Ayrışmalar ve Çakışmalar,” Cumhuriyet, 28 Şubat 2004.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder