1.
Giriş
Sovyetler Birliği ve ABD
arasında yaklaşık 50 yıl devam eden ‘Soğuk Savaş’ 21 Aralık 1991 yılında
SSCB’nin çöküşünün açıklanmasıyla sona erdi. Her ne kadar bazı Cumhuriyetlerde
İmparatorluğun çöküşü döneminde Moskova tarafından askeri güç kullanıldıysa da,
SSCB gibi bir İmparatorluğun kansız bir şekilde (Litonya, Gürcistan ve
Azerbaycan’a yapılan askeri müdahaleler hariç) ortadan kalktığını
söyleyebiliriz.
Sovyetler Birliği ABD karşısında savaş alanında değil,
silahlanma yarışında, ekonomik ve ideolojik cephede yenildi. Bu da doğal olarak
eski Sovyetler Birliği mekanında
jeopolitik, ekonomik ve askeri alanda büyük bir boşluğun oluşmasına neden oldu.
Rusya eskisi kadar güçlü olmadığı için bu bölgeleri kontrol edemiyor, ABD’nin
ise bu konuda bazı girişimleri olsa da ekonomik, siyasi ve askeri açıdan
bölgeye yerleşmesi için acele etmiyordu. Yalnızca SSCB’nin en büyük rakibi olan
ABD aynı zamanda komşu devletler de İmparatorluğun bu kadar kısa bir sürede
(Mihail Gorbaçov’un iktidarda olduğu 1985-1991 yılları arasında) dağılmasını ve
hatta kendisini feshetmesini beklemiyordu. Sovyetler Birliği’nin çöküşü
arifesinde SSCB Cumhuriyetleri egemenliklerini ve daha sonra da
bağımsızlıklarını ilan etmesinden sonra ABD ve Avrupa ile ilişkilerini
geliştirmeye başladılar.
SSCB’nin çöküşünden sonra ABD
için Doğu Avrupa’dan başlayarak Orta Asya ve Güney Kafkasya’ya kadar olan
bölgede ekonomik, siyasi ve askeri alanda yeni fırsatlar ortaya çıktı. Zengin
yer altı ve yer üstü kaynaklara (özellikle de enerji kaynaklarına) sahip olan
Hazar havzası ve Orta Asya Cumhuriyetleri bağımsızlıklarını güçlendirmek
amacıyla bu kaynakları kullanmak için yeterli sermaye ve teknolojiye sahip
olmadıklarını anlayınca, ABD ve Avrupa devletleri ile işbirliği imkanlarını
görüşmeye başladılar. Özellikle başta Azerbaycan olmakla diğer Güney Kafkasya
ülkeleri de Amerika ile ilişkilerini genişletmeye çalıştılar. ABD, Birinci
Dünya Savaşı yıllarında kısa bir süre Güney Kafkasya ülkeleri ile temasta olsa
da, 1920 yılında Bolşeviklerin Kafkasya’yı işgal etmesinden sonra bu bölgeden
uzaklaşmıştı.[1]
1990’lı yılların başlarında ise ABD’nin daha büyük ekonomik, siyasi ve askeri
güçle bu bölgeye yeniden girmesi için uygun şartlar oluşmuştu.
Bu makalede 1990’lı yılların
başlarından itibaren ABD’nin Güney Kafkasya’ya yönelik ekonomik, siyasi ve
askeri politikalarına açıklık getirilmiş, bu çerçevede Rusya’nın bölge
politikası ile çatışan noktalarına değinilmiş, ABD’nin Hazar enerji
kaynaklarına ulaşması ve dünya piyasalarına taşıması için verdiği siyasi,
ekonomik ve diplomatik mücadele ana hatları ile ele alınmıştır. Bu bağlamda
siyasi, ekonomik ve ideolojik açıdan bölgede etkili olmaya çalışan İran’ın
girişimlerini önlemek için izlediği politika değerlendirilmiş, İran’ı bu
bölgenin dışında tutabilmesi için Türkiye’yi desteklemesinin nedenleri üzerinde
durulmuştur.
2. 1990’lı Yılların Başlarında Güney
Kafkasya’da Genel Siyasi Durum ve ABD’nin Bölge Politikası
1980’li yılların sonlarına doğru Sovyetler
Birliği’nde yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmeler 1990’lı yılların başlarında
Sovyetler Birliği’nin çöküş sürecini hızlandırdı. Moskova’nın sistemin devam etmesi için bazı girişimlerde
bulunması ise başarısızlıkla sonuçlandı ve Aralık 1991’de Sovyetler Birliği
dağıldı. Bu süreçte Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan yaklaşık 70 yıl
birlikte yaşadıkları Sovyetler Birliği’nden ayrılmak için büyük bir milli
mücadele hareketini başlattılar. Ancak Ermenistan milli bağımsızlık hareketi
1988 yılı sonlarından başlayarak yayılmacılık politikasına doğru bir değişim
yaşadı. Ermenistan Azerbaycan’ın Dağlık Karabağ Özerk Vilayeti’nde yaşayan
Ermenilerin ayrılıkçı hareketini destekleyerek Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünü
tehdit etmeye başladı ve bu siyasi hareket 1990 yılı sonlarından itibaren küçük
çaplı silahlı çatışmaya, bu tarihten sonra ise gerçek anlamda bir savaşa
dönüştü.[2]
Azerbaycan Dağlık Karabağ sorununun ulusun kendi kaderini tayin etmesi meselesi
değil, Azerbaycan topraklarının Ermenistan ordusu tarafından işgali meselesi
olduğunu dünya kamuoyuna anlatamadığı
için Ermenistan karşısında siyasi, diplomatik ve askeri anlamda yenik düştü.
Güney Kafkasya ülkelerinden Azerbaycan ve Gürcistan bağımsızlık sürecinde ve bağımsızlığını
ilan ettikten sonra ciddi sorunlar yaşayan ekonomiklerinin kalkındırılması,
uluslararası sisteme entegre olmak için yoğun çaba harcadıkları bir dönemde,
Ermenistan Azerbaycan ile savaşa başlamış, Gürcistan’ın Cevahetya bölgesinde
yaşayan Ermenilerin ayrılıkçı faaliyetlerini desteklemiş ve Türkiye’den asılsız
toprak iddialarında bulunmuştur.
1988-1991 yıllarında Gürcistan
da Azerbaycan’ın karşılaştığı aynı sorunlarla uğraşmış, Abhazya ve Güney
Osetya’da ayrılıkçı hareketler güçlenerek Gürcistan’ın toprak bütünlüğünü
tehdit etmiştir. Gürcistan bu ayrılıkçı hareketlerin karşısını almaya çalışsa
da başarılı olmamıştır.
Bağımsızlık sürecinde bir tek
Ermenistan etnik sorunlarla uğraşmaya mecbur kalmamıştır. Zira, Ermenistan
hükümeti bu sorunun birinci aşamasını 1920’de 500 binden fazla, ikinci
aşamasını 1948-1953’de 150 binden fazla, üçüncü ve son aşamasını ise 1988 de
yaklaşık 350 bin Azerbaycan Türkünü zorla göç ettirerek halletmişti.[3]
1988-1991 yılları arasında
Güney Kafkasya ülkelerinin siyasi hayatında bu gibi olaylar cereyan ederken
ekonomilerinde de ciddi sorunlar yaşanmaktaydı. Sovyetler Birliği ekonomik
aygıtının birer parçaları olan bu ülkelerin ekonomileri bir anda işlevsiz hale
geldi. Üretim neredeyse tamamen durdu, enflasyon yükseldi ve işsizlik arttı.
1994’e kadar bu ülkelerin her birinden yaklaşık 500 binden fazla insan başta
Rusya olmak üzere, Ukrayna, Beyaz Rusya, Polonya ve başka Avrupa ülkelerine göç
etti.
1990’lı yılların başlarında
ABD’nin Güney Kafkasya’ya yerleşmesi için uygun şartlar oluşmasının yanı sıra,
bu bölgede yukarıda ifade ettiğimiz ciddi etnik çatışmalar ve ekonomik sorunlar
ortaya çıktı. Bu sorunlar ABD’nin bölge politikasını etkileyen unsurlar
olmuştur. 1993 yılına kadar bu sorunlar bölgesel sorun olarak tanımlanmış ve
Rusya tarafından kontrol edilmiştir. ABD bu bölgede Rusya’yı karşısına
almayacak şekilde politika izlemeye çalışmış, bölgede yaşanan siyasi sorunların
halledilmesinden daha çok ekonomik olarak buraya yerleşmeye çalışmıştır. Aynı
zamanda Rusya, ABD’nin bölgede siyasi etkinliğine karşı olduğunu her fırsatta
ifade etmiştir. Bu anlamda Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı Andrey Kozırev ve ABD Başkanı Clinton’un açıklamaları önemli ipuçları
vermektedir. Kozırev, Aralık 1993’te
yaptığı bir açıklamada ‘tarihi ve
jeopolitik faktörler Rusya’yı eski SSCB bölgesinde barışı sağlamak
konusunda en etkili güç haline
getirmektedir. Bununla birlikte, bunun emperyalist amaçlar taşımadığını
vurgulamak gerekmektedir. Zira, yakın ve uzak çevrelerimizde bizden başka
hiçbir ülke eski Sovyet topraklarında barış ve huzuru sağlayamaz’
şeklindeki sözlerine Clinton, Ocak 1994 tarihinde ‘Rusya’nın kendi bölgesinde bir tür Monre Doktrini uygulamasına
anlayışla bakmak gerekmektedir’[4]
açıklamasıyla cevap vermiştir.
ABD 1990’lı
yılların başlarında Güney Kafkasya ülkelerine yatırım planlarını yaparken önce
bölgedeki siyasi gelişmeleri değerlendirmeye çalışmış, özellikle bölge
devletlerinin Rusya ile olan ilişkilerinin belirginlik kazanmasını beklemiştir.
Buna paralel olarak özellikle Hazar havzası enerji kaynakları üretimi ve dünya
piyasalarına ulaştırılması ile ilgilenmiştir. ABD’nin bölgedeki ekonomik
hedeflerine ulaşmak için özellikle Hazar havzası enerji kaynaklarına sahip
olmak için Azerbaycan ile işbirliği yapmış, serbest pazar ekonomisinin
gelişmesi için bölge devletlerini desteklemiş ve ekonomik reformların
uygulanmasına yardımcı olmuştur. ABD özellikle Azerbaycan’ın Hazar Denizi’nde
büyük miktarda petrol rezervine sahip olması nedeniyle bu ülkeye özel ilgi
duymaktadır. Ermenistan ve Gürcistan ise ciddi yeraltı ve yerüstü zenginliklere
sahip olmadıkları için sadece transit ülke olmaları ve siyasi açıdan Amerika
için önem taşımaktadır.
ABD bölgeye
yerleşmeye başlarken bölge ile coğrafi,
tarihi, ekonomik ve kültürel benzerliği olan Türkiye üzerinden politika
izlemeye başlamıştır. Özellikle Türkiye ile aynı tarihi, dili ve kültürü
paylaşan Azerbaycan ve Orta Asya Türk Cumhuriyetlerine yönelik politikasında
Türkiye’ye büyük önem vermiştir. Hatta bağımsızlığının ilk yıllarında Kafkasya
ve Orta Asya devletleri için Türk devlet siyasi yapısını örnek olarak
göstermiştir. Bu Türkiye’nin sadece bölgeye olan yakınlığı ile ilgili değildi,
aynı zamanda Müslüman ancak laik bir devlet olması nedeniyle İran, Afganistan
ve Pakistan gibi İslam devletlerinin bölgedeki etkinliğine karşı da büyük önem
taşımıştır. ABD Dışişleri Bakanı James Barker Orta Asya Türkiye
Cumhuriyetlerine yaptığı ziyaret zamanı (Aralık 1991, Şubat 1992) bölge
devletlerinin liderlerine ‘Türkiye’nin siyasi modelini, liberal demokrasiyi ve
piyasa ekonomisini’ kabul etmelerini önermişti.[5]
Sovyetler Birliğinin çökmesinden, Komünist ideolojiye sahip devlet sistemi ve
planlı devlet ekonomileri dağıldıktan sonra bu ülkeler ABD’den gelen tavsiyeler
üzerine Türkiye ile ekonomik ve siyasi ilişkileri geliştirilmeye başlamıştır.
Bu dönemde Kafkasya cumhuriyetleri (Ermenistan hariç), başta Azerbaycan
olmakla, Orta Asya Türk Cumhuriyetleri de Türkiye’nin bölgedeki jeopolitik ve
ekonomik varlığını kabullenmişti.[6]
Aynı zamanda bölgenin en büyük gücü ve
Kafkasya ile yaklaşık 300 yıllık bir ilişkisi olan Rusya Federasyonu da bölgede
kendisinden çok daha güçlü olşan ABD’nin
değil, kolay rekabet edebileceği Türkiye’nin varlığını kabul etmiş
gözüküyordu.
1990 yılında Irak Kuveyt’i işgal ettikten
sonra Orta Doğu’da ABD çıkarlarının tehlikeye girmesine paralel olarak, Hazar
havzasında yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmeler sonucunda ABD’nin enerji
ihtiyacını karşılaması açısından yeni imkanlar ortaya çıktı. Hazar havzası
enerji kaynaklarının 1950’li yıllardan kullanılmasına rağmen bölgede büyük
miktarda petrol rezervlerinin bulunması bu coğrafyada yeni ekonomik ve
jeopolitik gelişmelerin ve ciddi bir rekabetin yaşanmasına neden oldu. ABD’nin
en büyük hedefi Hazar havzasındaki enerji kaynaklarının yeniden Rusya’nın
kontrolüne geçmesini engellemekti. Zira, bu bölgede Rusya’nın ekonomik ve
siyasi açıdan yeniden güçlenmesi bağımsızlıklarını yeni kazanmış Güney Kafkasya
ve Orta Asya cumhuriyetlerinin yeniden Rusya’nın uydusu olma anlamına
geliyordu.
1980’li yılların sonlarında
bölgede yaşanan siyasi ve ekonomik gelişmeleri ciddi bir şekilde takip eden
ülkelerden biri de İran olmuştur. 1991 yılına kadar İran kuzeyde Sovyetler
Birliği ile sınırı paylaşırken, bu tarihten sonra kuzey sınırlarında siyasi ve
ekonomik açıdan istikrarlı olmayan, büyüklük ve mahiyet itibarıyla birbirinden
farklı üç yeni devlet-Azerbaycan, Ermenistan ve Gürcistan arasında paylaştı.
Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonucunda bu devletlerin ortaya çıkması İran için
yeni bir nüfus alanı anlamına gelmekteydi. İran’ın bölge ile olan tarihi ve
kültürel bağları her tür yakınlaşma için
önemli fırsat sağlayabilirdi. İran için diğer önemli bir fırsat
alanı bu ülkeler ile sağlayacağı
ekonomik ilişkilerdir. Bu bağlamda İran
bu ülkelerin enerji ve diğer zenginliklerini dünya piyasasına sunma fırsatını
elde etmeye çalışıyordu.[7]
Bölge ülkelerinin siyasi ve
ekonomik açıdan desteklenmemesi ise burada Rusya ve İran’ın nüfuzunun artması
ve ABD’nin siyasi ve ekonomik olarak bölgeden uzak kalması anlamına geliyordu.
Buna göre de ABD’nin Kafkasya’ya yönelik politikasının temelini:
- Bölge
devletlerin bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü korumak,
- Bölgede
İran’ın ekonomik ve siyasi bakımdan etkin duruma gelmesine engel olmak,
- Kafkasya’da
yaşanan etnik çatışmaların karşısını almak ve çözüme kavuşturmak,
- Enerji
kaynaklarına ulaşmak için gerekli ortamı hazırlamak[8]
v.s. gibi konular oluşturmaktadır.
Eski Sovyetler Birliği
cumhuriyetlerinde ABD’nin ekonomi politikası özellikle Orta Asya ve Güney
Kafkasya’da başarılı olmuştur. ABD’nin bu bölgeye yönelik enerji politikası ne
kadar önemli olsa da, genel olarak bölgeye yönelik politikasını
değerlendirdiğimiz zaman özellikle 1990’lı yılların ortalarından sonra siyasi
yönünün ağır bastığı gözlenmektedir.[9]
Bunun en büyük nedenlerinden biri de ABD’nin bu tarihe kadar bölgeye yönelik
ekonomik projelerinin büyük bir kısmını uygulanmaya başlaması olmuştur. ABD’nin
uzun vadeli siyasi projelerinde Güney Kafkasya ve Hazar havzası ‘hayati önem
taşıyan bölgeler’ olarak tanımlanmaktadır. Bu da ABD’nin bölgede sadece
ekonomik alanda değil, siyasi ve askeri alanda da etkili olmak için uzun vadeli
projeler geliştirdiği anlamına gelmektedir.
ABD’nin Kafkasya politikası jeopolitik
açıdan yukarıda bahsedilen konulara göre bir bütün olarak algılansa da taktik
açıdan farklılık göstermektedir. Örneğin, ABD’nin Azerbaycan politikasının en
önemli hedefi Azerbaycan’ın zengin enerji kaynaklarına sahip olmak ve dünya
piyasalarına ulaştırılmasını sağlamak olmuştur. Gürcistan’a yönelik
politikasında ise mali ve ekonomik yardımlarda bulunmakla bu ülkenin
bağımsızlığına yardımcı olmuş ve Rusya’nın askeri, siyasi ve diplomatik baskıları
karşısında siyasi açıdan desteklemiştir. Ermenistan politikasının temelini ise
bu ülkeyi ekonomik ve mali açıdan desteklemek olmuş ve bazı durumlarda ABD’deki
Ermeni diasporasının lobi çalışmaları sonucunda Ermenistan’ın Rusya ile yaptığı
stratejik askeri ve ekonomik işbirliğine rağmen, Azerbaycan ve Gürcistan ile
kıyasta daha çok ekonomik yardımda bulunmuştur. ABD’nin bölgede demokrasinin
yerleşmesi konusundaki çabaları, insan hakları ve basın yayın özgürlüğünün
korunması ise Kafkasya politikasının ortak yanını oluşturmaktadır.
ABD her fırsatta Kafkasya’ya
yönelik politikasını demokrasinin temel prensipleri ve insan haklarının bu
ülkelerde yerleştirme çabaları ile açıklamaya çalışsa da, gerçek amacı bölgede
ekonomik ve siyasi açıdan daha etkin bir konuma sahip olmaktır. Aslında bölge
devletlerinin antidemokratik bir şekilde yöneltilmesine rağmen, ABD’nin
ekonomik ve siyasi çıkarlarına ters düşmediği sürece bu rejimleri fazla
eleştirmemektedir. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın bölge ülkeleri ile ilgili
hazırladığı raporlarda özellikle demokrasi, insan hakları, basın ve yayın özgürlüklerinin ciddi bir şekilde ihlal edildiğinin
kaydedilmesine rağmen bu ülkelerdeki iktidarları desteklemektedir.
3. Uluslararası Güç Mücadelesi ve Azerbaycan Petrolleri: ABD’nin Azerbaycan
Politikası
18 Ocak 1991’de SSCB Petrol ve Gaz
Bakanlığı Azerbaycan SSC Bakanlar Konseyi ile birlikte Hazar Denizi’nin
Azerbaycan sektöründe bulunan Azeri, Çırag ve Güneşli petrol yataklarının
kullanımı için Batılı büyük petrol şirketler
arasında ihale açmaya karar verdi. Bunu müteakiben ABD, Hazar petrollerinin
kullanımı için Azerbaycan hükümeti ile görüşmelere başladı. Bu konuyla ilgili
özel bir komisyon kuruldu ve Haziran 1991’de ABD’nin Amoco, Unocal ve
İngiltere’nin British Petroleum şirketleri ihaleye davet edildi. Aynı ayda ihalenin sonuçları açıklandı. Amoco verdiği
% 50 + % 50 teklifiyle ihaleyi kazandı ve Amoco ile ortak bir şirket
kurulması hakkında karar alındı.[10]
Azerbaycan’ın ABD ve batılı petrol şirketleri ile yaptığı uzun görüşmeler
sonucunda 20 Eylül 1994’de ‘Asrın Anlaşması’ olarak bilinen petrol anlaşması
imzalandı.[11]
Azerbaycan petrollerinin dünya
piyasaların ulaştırılması konusunda Azerbaycan’da iktidarda olan devlet
başkanları değişik politikalar izlemiştir. Haziran 1992 yılına kadar iktidarda
bulunan Devlet Başkanı Ayaz Mutallibov görüşmelerde Rus petrol şirketlerine
öncelik tanısa da, Azerbaycan Halk Cephesi’nin bir yıllık iktidarı döneminde
Ebülfez Elçibey bu konuda yapılan
görüşmelerde İngiltere ve Türkiye ile işbirliğine önem vermiş, 1993’de devlet
başkanı seçilen Haydar Aliyev ise Amerika petrol şirketleri ile anlaşmaya
çalışmıştır. 1993 yılına kadar Rusya ve İran petrol şirketlerinin görüşmelere
katılma şansı verilmemesi üzerine adı geçen devletler tarafından Azerbaycan’a
karşı siyasi baskı yapılmış ve ekonomik ambargo uygulanmıştır. Mutalibov ve
Elçibey iktidarının devrilmesi sonucunda petrol görüşmelerine Aliyev yönetimi
devam etmiştir. Rusya ve İran’ı göz ardı ederek ABD ve batılı petrol şirketleri
ile anlaşma imzalamanın ve hatta iktidarda kalmanın mümkün olmadığını anlayan
Aliyev ‘Asrın Anlaşması’ndan Rusya’ya % 10’luk hisse vermeye mecbur kalmıştır.
İran Azerbaycan’ın Hazar havzasında çok
büyük miktarda petrol ve doğalgaz rezervlerine sahip olduğunu ve bu servetleri
dünya piyasalarına çıkartmak için yabancı petrol şirketleri ile pazarlık
yapmasının kendi ekonomik çıkarlarına ters düştüğünü biliyordu ve batı
sermayesinin bölgeye gelmesinden kaygı duymaktaydı. Yeni petrol yataklarının kullanımı için
modern teknoloji ve sermayeye sahip olmayan İran, Amerika ve batı petrol
şirketleri ile rekabet edemeyeceğinden Azerbaycan’a karşı siyasi ve ekonomik
baskı yapmaya başladı. Bölgede ikinci rakibi olan Türkiye’nin Azerbaycan
petrolünden pay alması ve Azerbaycan hükümetinin İran’a karşı izlediği politika
İran’da hoş karşılanmadı.[12]
Türkiye’nin petrol görüşmelerine
katılacak kadar ekonomik ve mali gücünün olmamasına rağmen Elçibey Türkiye’yi
de petrol görüşmelerine katılmaya davet etti. ‘Asrın Anlaması’ çerçevesinde
yapılan görüşmeler sonucunda Türkiye’nin TPAO şirketi % 6.75 oranında pay aldı.
Bundan sonra imzalanmış anlaşmalara da katılan Türkiye Şahdeniz, Kürdaşı, Alov,
Araz ve Şerg petrol yataklarının kullanımında sırasıyla % 9, % 5 ve % 10 pay
almıştır.[13]
Azerbaycan’ın ABD ve batılı petrol
şirketleri ile 1991 yılı başlarından itibaren uzun görüşmeler sonucunda petrol
anlaşmasını imzalandı.[14] 30
yıl için imzalanan Hasılatın Pay Bölgüsü
Sazişi 15 Kasım 1994’de Milli Meclis tarafından onaylanarak yürürlüğe
girdikten sonra Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi (State Oil Company Azerbaijan
Republic-SOCAR) hükümet ile işbirliği yapmak ve ortaklar adına anlaşmayı
uygulamak için 1995’de Azerbaycan
Beynelhalk Amelkiyat Şirketi (Azerbayjan International Operating
Company-AIOC) kuruldu.
‘Asrın Anlaşması’ imzalandıktan sonra
Azerbaycan petrollerinin dünya piyasalarına ulaştırılması konusunda Azerbaycan, Rusya, İran, Türkiye ve ABD
arasında ciddi mücadele yaşandı. Konuyla ilgili AIOC Başkanlar Konseyi’nin
hazırladığı raporda dört petrol boru hattı projesi incelenmişti.
- Kuzey hattı: Bakü-Novorossiysk
- Batı hattı: Bakü-Supsa
- Güney hattı: Bakü-İran
- Doğu hattı: Afganistan ve Pakistan üzerinden
geçmekle
- Güney-batı hattı: Bakü-Ceyhan.[15]
Birinci ve ikinci seçenekler erken
petrol ihraç edilmesi için öngörülmüştü. Bu konuda 18 Ocak 1996’da kuzey boru
hattına ait (Bakü-Novorossiysk) Moskova’da, 8 Mart’ta ise batı boru hattına ait
(Bakü-Supsa) Tiflis’te anlaşma imzalanmıştı. AIOC stratejik boru hattı
inşaatına karşı çıkarak üretilen petrolün tümünü bu boru hatları ile
taşınmasını istiyordu. Ancak Bakü-Novorossiysk ve Bakü-Supsa petrol boru
hatları üretilen bütün petrolleri taşıyacak kapasitede değildi, aynı zamanda bu
projenin kabul edilmesi Rusya’nın bölgedeki nüfuzunu güçlendirecekti. Rusya’nın
ileri sürdüğü Bakü Novorossiyk projesini kabul etmek durumunda kalan batı
petrol şirketleri buna karşılık Bakü-Supsa boru hattının da inşa edileceğini
açıkladı. Azerbaycan, Türkiye, ABD ve Gürcistan arasında yapılan görüşmeler
sonucunda esas ihraç boru hattının ise Bakü-Tiflis-Ceyhan projesi olduğu
açıklandı. ABD Enerji Bakanı Uluslararası Konular Üzere yardımcısı Robert Gi
Kongrenin Dışişleri Komitesinin düzenlediği toplantıda yaptığı konuşmada Bakü-Tiflis-Ceyan
boru hattını tercih ettiklerini bildirdi.[16]
ABD’nin Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattı projesini desteklemesinin birkaç önemli
nedeni vardır.
- Hazar havzasından çıkarılacak petrolün dünya
piyasalarına bu hat üzerinden taşınması petrol nakliyatını Rusya’nın
kontrolünden çıkaracaktır.
- Petrolün İran üzerinden taşınması onu bölgede
etkili olabilecek bir duruma getirecektir ki Amerika buna karşı çıkıyor.
- Ekonomik ve siyasi olarak Rusya’dan ayrılmak
isteyen Azerbaycan ve Gürcistan’ın bağımsızlığı teminat altına alınacak.
- Müttefiki ve NATO üyesi olan Türkiye’nin enerji
ihtiyacı karşılanacaktır.[17]
Başta Rusya olmakla
İran ve Ermenistan’ın Bakü-Tiflis-Ceyhan boru hattına karşı olmalarına rağmen
ABD’nin siyasi desteği ile bu konuda nihai anlaşma 17 Ekim 2000’de Bakü’de
imzalandı.[18]
4. Dağlık Karabağ Sorunu ve 907 Sayılı Ek Madde
Azerbaycan’ın Ermenistan ile fiilen
savaş durumunda olduğu bir zamanda yabancı petrol şirketleri ile görüşmelere
başlaması Azerbaycan’a savaşın durdurulması ve/veya Ermenistan’ın işgal ettiği
bölgelerin geri alınması konusunda hiçbir avantaj sağlamadı. Başta ABD olmakla
İngiltere, Fransa ve İtalya Azerbaycan’ın toprak bütünlüğünün korunması
gerektiğini ifade etseler de pratikte Azerbaycan’a yardım etmediler. Aksine
konu Birleşmiş Milletler, AGİT ve başka uluslararası örgütlerde müzakere
edildiği zaman Ermenistan’ı desteklediler. Bu Azerbaycan diplomasisinin
başarısızlığının göstergesi olduğu kadar adı geçen devletlerin Azerbaycan’a
karşı çifte standart uygulamasının bir sonucudur. Özellikle Azerbaycan’ın
ABD’ye tanıdığı bütün kolaylıklara rağmen, Ermeni diasporasının etkisinde kalan
ABD hükümeti Ermenistan’ı desteklemekteydi. Dönemin ABD Dışişleri Bakanı James
Baker’in Şubat 1992’de gerçekleştirdiği Azerbaycan ziyareti sonrası Kongrede
yaptığı konuşmasında ‘Dağlık Karabağ’daki azınlığın hakları konusunda yeterli
güvenceleri almadığı sürece ABD’nin Azerbaycan’a yardım yapmayacağını’ ifade
etmiştir. Halbuki Hocalı soykırımı konusunda ABD yönetimince 12 Mart 1992’de
yapılan açıklamada, sadece taraflar ateşkese davet edilmiş, olayın faillerine
karşı tek bir ifadeye yer verilmemiştir.[19]
Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra
ABD bu devletlerde demokrasi ve insan haklarının geliştirilmesi için özel bir
yasa (Freedom Support Act) çıkarılmasının hazırlıklarına başladı. Bu yasa
tasarısında Rusya’da dahil olmakla diğer eski Sovyet Cumhuriyetlerinin hepsine
(Batlık devletleri başka çerçevede ele alınmaktaydı) mali ve ekonomik yardım
edilmesi planlanmıştı. Ancak bu kanun daha sonra ABD’deki Ermeni diasporasının
yoğun propaganda faaliyetleri sonucunda Azerbaycan’ın Ermenistan’a ve Dağlık
Karabağ bölgesine ‘ambargo uygulaması ve diğer saldırgan tavrı’ nedeniyle bu
ülkeye yönelik özel sınırlama getirerek kabul etti. 907 sayılı ek madde olarak
bilinen (Section 907 Freedom Support Act)
bu sınırlamaya göre ABD hükümetinin Azerbaycan’a yardım yapması mümkün
değildi.[20] Her ne kadar da ABD
hükümetinin Ermeni diasporasının etkisinde kaldığını göz önünde bulunduracak
olursak, zorla savaşa sürüklenen Azerbaycan’ın Ermenistan’a uyguladığı
ambargonun kaldırılmasını yapılacak yardımlara karşılık şart olarak ileri
sürülürse burada başka nedenleri aramak gerekmektedir. ABD soğuk savaş sonrası
sadece demokrasi ve insan haklarının değil, Hıristiyan dünyasının da
savunuculuğunu yapmaktadır. Zira ABD hükümetinin savaşı hangi ülkenin
başlattığını ve hangi ülke topraklarının işgal edildiğini bilmemesi mümkün
değildir. Azerbaycan hükümeti 2001 yılı Eylül ayına kadar ABD ile yapılan bütün
görüşmelerde bu kararın kaldırılması için mücadele etse de başarılı olmamıştır.
Bu kararın ertelenmesi için ABD savaşın soğuk yüzünü kendi topraklarında
görmeyi beklemiştir. 11 Eylül saldırısından sonra ABD hükümeti bu kararı
yeniden gözden geçirdi. 24 Ekim 2001’de Senato, 14 Kasım 2001’de Kongrenin iki
kanadı arasındaki uzlaşma komisyonu, 19 Aralık 2001’de ise Temsilciler Meclisi
‘2002 yılı sonuna kadar 907 sayılı ek maddenin uygulanmasının durdurulması
konusunda’ ABD Başkanına yetki verilmesine ilişkin kararı onaylamıştır. [21] Bu
konuda dikkati çeken bir nokta da 907 sayılı ek maddenin sadece 2002 yılı
sonuna kadar yürürlükten kaldırılmasıdır. 907 sayılı ek maddenin tamamen değil,
sadece bir yıl için yürürlükten kaldırılması ABD’nin Azerbaycan’a karşı iher
zaman kullanabileceği bir kozdur. Nitekim, Azerbaycan işgal edilmiş
topraklarının geri alınması için yeniden savaşa başlarsa ABD Ermeni
diasporasının baskılarını bahane ederek Azerbaycan’a karşı bu kanunu yeniden
uygulayabilecektir.
Bir başka önemli olan konu da ABD’nin
bağımsızlığını yeni kazanmış devletlere yaptığı mali yardım projesidir. Bu
konuda da ABD’nin Azerbaycan’a karşı çifte politikası söz konusudur. ABD 1991
yılından bugüne kadar Ermenistan’a toplam 1,2 milyar Dolar (kişi başına 350
Dolar)[22], Azerbaycan’a
ise toplam 165 milyon Dolar (kişi başına 20 Dolar) yardım yapmıştır.[23]
Ayrıca, ABD bu projeye dayanarak Dağlık Karabağı bağımsız devlet olarak
tanımlamış ve bu bölgeye ayrıca mali yardım yapmıştır. Azerbaycan hükümetinin
ciddi itirazları sonucunda yardım projesinin adı ‘Dağlık Karabağ bölgesi de
içerisinde bulunmak kaydıyla Azerbaycan’a…’ ifadesi üzerinde anlaşma
sağlanmıştır.[24]
Dağlık Karabağ Savaşında nihai barış
anlaşmasının imzalanması konusunda arabuluculuk girişimlerinde bulunan ABD Ermenistan’ı
işgalci olarak tanımlamamış, Dağlık Karabağ Ermenilerine geniş yönetim hakkı
verilmesi gerektiğini savunmuştur. ABD’nin Azerbaycan’a yönelik politikasını
değerlendirilirken çok ciddi çelişkilerin olduğunu görülmektedir.
ABD-Azerbaycan arasındaki siyasi ve
ekonomik ilişkilerinin Azerbaycan kamuoyunda sorgulanmasındaki en önemli
olaylardan biri de 2001 yılı yazında
Azerbaycan ve İran arasında Hazar’ın paylaşılmasına ilişkin çıkan krizde
konuyla ilgili ABD’nin ancak bir hafta sonra görüş bildirmesi olmuştur.
Hazar’da jeoloji araştırma yapan Azerbaycan Devlet Petrol Şirketi’ne ait bir
gemiyi, İran kendisinin deniz sınırları içerisinde jeolojik araştırma yaptığını
bahane ederek geri dönmeye mecbur etmiş savaş uçakları Azerbaycan sınırlarını
defalarca ihlal etmiştir.[25]
5. ABD-Azerbaycan Arasında Askeri
İşbirliği ve Azerbaycan’ın NATO’ya Üye Olma Potansiyeli
Azerbaycan
bağımsızlığını kazandıktan sonra Ermenistan ile savaşa girmeye zorlanmış,
yaklaşık dört yıl devam eden savaş sonucunda Rus askeri birliklerinin özellikle
de Dağlık Karabağ’da bulunan 366. zırhlı alayın yardımları ile topraklarının %
20’si Ermenistan tarafından işgal edilmiştir. Kendisini Rusya’nın askeri ve
ekonomik baskılarından kurtarmak, uluslararası ekonomik ve siyasi sisteme
entegre olmak isteyen Azerbaycan ulusal güvenliğini korumak için ABD ile askeri
ilişkilerini genişletmeye çalışmış, NATO’ya üye olmak için milli ordusunda
yeniden yapılanmaya başlamıştır. Bölgede en güçlü devlet olan Rusya’nın
bölgedeki askeri ve siyasi varlığını göz önünde bulunduran Azerbaycan ,
bağımsızlığının ilk yıllarında bu
konuda daha ihtiyatlı davranmış ve Rusya’nın tepkisini çekmemeye çalışmıştır.
Ancak daha sonraki yıllarda Rusya’nın Ermenistan ile stratejik askeri
işbirliğinin güçlenmesinden sonra kendisini daha güvensiz bir ortamda olduğunu
anlayan Azerbaycan başta ABD olmakla, batı ülkeleri ile askeri işbirliğine önem
vermeye başlamıştır. Ancak Azerbaycan-Ermenistan savaşını ve Rusya’nın
bölgedeki askeri ve siyasi varlığını göz ününde bulunduran ABD ve batı bu
konuda Azerbaycan’a karşı mesafeli davranmıştır. ABD ve batı Azerbaycan ile
imzaladıkları petrol anlaşmalarına rağmen Ermenistan ve Gürcistan’a verdiği
desteği Azerbaycan’a vermekten çekinmektedir.[26]
Bunun birkaç nedeni vardır.
- Azerbaycan’ın
ekonomik, siyasi ve demografik potansiyelini göz önünde bulunduran ABD ve
batı Azerbaycan ekonomisinin sorunları hallettiği takdirde, ordusunu
güçlendirerek bölgenin başat gücü olma
şansına sahip olduğunu bilmektedir. Ermenistan ve Gürcistan’ın bu
durum karşısında ikincil konuma düşeceğini bilen ABD ve batı bu nedenle
Azerbaycan’ı her zaman kendilerine muhtaç bir durumda kalmasını
istemektedir.
- Bu
durumda Azerbaycan’ın ister askeri, isterse de siyasi yollarla Dağlık
Karabağ sorununu çözmesini ve ekonomik kalkınmasını engellemek için
özellikle Ermenistan’ı desteklemektedirler. Çünkü ABD ve batı
Azerbaycan’ın etnik sorunları var olduğu sürece bölgede etkinliğini devam
ettirebileceklerdir.
- Ekonomik
ve etnik sorunlarını halleden Azerbaycan’ın Türkiye ile daha sıkı ekonomik, siyasi, politik ve askeri
işbirliğine gideceğinden çekinmektedirler. Türkiye’nin bölgede daha fazla
güçlenmesi ise ABD ve batının planlarına ters düşmektedir. Ancak
Azerbaycan’ın tamamen kendisinden uzaklaşmasını istemeyen ABD NATO
çerçevesinde ‘Barış İçin İşbirliği’ programına uygun olarak Azerbaycan ile
askeri işbirliğine devam etmektedir. ABD’nin Azerbaycan ile askeri
işbirliği yapmasının bir başka nedeni de bunu yapmadığı taktirde
Azerbaycan’ın Rusya’nın baskılarına karşı dayanamayacağını ve sonuç olarak
ta Rusya’dan bağımlı hale geleceğinden çekinmesidir.
1999 yılı başlarından itibaren Azerbaycan
ve ve yabancı
basında Azerbaycan’ın NATO askeri güçlerini kendi topraklarında barındırması
konusu tartışılmaya başlandı. Bu teklifi Azerbaycan Devlet Başkanı Aliyev’in
Dış Politika Danışmanı Vefa Guluzade gündeme taşımıştı. Guluzade, bölgede ortaya
çıkan siyasi ve askeri gelişmelere karşı Azerbaycan’ın güvenliğini koruması
için bunun gerekli olduğunu vurguladı.[27] Azerbaycan’da
NATO askeri birliklerinin konuşlandırılmasının tartışıldığı bir sırada Savunma
Bakanı Sefer Ebiyev’in Türkiye’yi ziyaret etmesi, bu konu ile çeşitli
spekülasyonların yapılmasına neden oldu. Ebiyev ise yaptığı açıklamada ziyaret
sırasında Azerbaycan ve Türkiye arasında askeri anlaşmanın imzalanması için
Türk yetkililer ile görüştüğünü ifade etti. Ancak daha
sonra bu konu nasıl birdenbire güncelliğini yitirdi. Bazı araştırmacılar ise
bunun ABD tarafından jeopolitik bir istihbarat çalışması olduğunu ifade etti.
Bu konunun gündeme taşınması ile ABD çok kısa bir zamanda bölge devletlerinden
Rusya, Gürcistan, Ermenistan, İran ve Türkiye’nin bu konu ile tutumlarını açığa
çıkarmış oldu.[28]
ABD’nin Gürcistan ve er ile askeri işbirliği göz önünde bulundurulursa
Azerbaycan ile askeri ilişkilerinin yetersiz olduğu gözükmektedir.
6.
ABD-Gürcistan ilişkileri
ABD - Gürcistan arasındaki
ilişkiler, Sovyetler Birliği’nin çöküşünden sonra başlasa da ABD hem bölgedeki
Rus faktörünü göz ardı etmek istememiş hem de Gürcistan’ın karşılaştığı etnik
sorunlar nedeni ile yaşadığı belirsizlik ve Şevardnadze’nin iktidara gelmesiyle Rusya ile başlayan yakın
ilişkileri yüzünden ihtiyatlı davranmıştır.
Ancak Rusya’nın Çeçeistan
Savaşında yenilmesi ve Çeçen krizi nedeni ile Gürcistan ve Rusya arasındaki
ilişkilerin bozulması sonucunda ABD Gürcistan
ile ilişkilerini düzeltme fırsatını bulmuştur. Özellikle 1990’lı
yılların ortalarından itibaren Gürcistan ve Azerbaycan’ın Rusya’nın ekonomik ve
siyasi baskılarına karşı direnme çabaları ABD tarafından desteklenmiştir.
1995’de Gürcistan Devlet Başkanı Şevardnadze’nin ABD ziyaretinden sonra
ise taraflar arasındaki ilişkiler daha
da güçlenmiştir. ABD Gürcistan ile ekonomik ve siyasi ilişkilerini
değerlendirirken, Gürcistan’ın hem petrol ve doğalgaz boru hatlarının geçeceği,
ülke olması hem de kara ulaşım koridorundaki önemli rolü itibarıyla ABD bölgede güvenliği ve istikrarı temin
etmeyi ve Gürcistan’ın bağımsızlığını ve toprak bütünlüğünü sağlamayı görev
olarak üslenmiştir.[29]
Bugün Rusya’nın Gürcistan’a
uyguladığı en önemli baskı araçlarından biri de burada bulunan Rus askeri
üslerinin varlığıdır. Bölgedeki Rus askerleri Gürcistan’ın en büyük sorunu olan
Abhazya ve Güney Osetya konusunda çifte standart uygulayarak Abhaz ve Oset
ayrılıkçı hareketi desteklemektedir. 1999’da yapılan AGİT İstanbul Zirve
görüşünde Rusya ve Gürcistan arasında Gürcistan’da bulunan askeri üslerin
çıkarılması konusu üzerinde anlaşma sağlansa da Rusya bugüne kadar anlaşma
şartlarını yerine getirmemiştir. Bunun üzerine Moskova ile görüşmelere başlayan
ABD askeri temsilcileri konunun siyasi, askeri, lojistik ve ekonomik yanlarını
ele almıştır.[30]
ABD Gürcistan ile siyasi ve
askeri ilişkilerinin yanı sıra ekonomik ilişkilerini de genişletmeye
çalışmaktadır. Bağımsızlıklarını yeni kazanmış devletlere yardım projesi
çerçevesinde ABD son on yılda Gürcistan’a yaklaşık bir milyar Dolar yardımda
bulunmuştur.[31] ABD
Gürcistan’ın dış ticaretinde % 7,5’lik bir oranla beşinci sırada bulunmaktadır.
Bunun en büyün nedeni de ABD tarafından 1974’de kabul edilen SSCB-ABD ticaret
ve ekonomik ilişkilerine kısıtlamalar getiren kanun olmuştur. Bu kanun halen yürürlükte olduğu için
Gürcistan ABD’ye düşük bir miktarda ihracat yapabilmektedir. Ancak 2000 yılı
sonlarında ABD Başkanı Gürcistan ile ticaretin yapılmasına kısıtlama getiren bu
uygulamaya son vermiştir.[32]
ABD Gürcistan’a yaptığı %
25’lik yatırımla birinci yerde bulunmaktadır.[33]
ABD genelde Gürcistan’ın enerji, ulaşım ve iletişim sektörlerine yatırım
yapmaktadır. Gürcistan’ın en büyük termal elektrik santralini ve enerji dağıtım
şirketini ABD şirketi olan AES tarafından çalıştırılmaktadır. ABD Gürcistan’a
direk yatırımlar değil, aynı zamanda teknik yardım ve danışmanlık konusunda da
yardım yapmaktadır. Teknik yardım merkezi USAID’in yaptığı yardım 1997’de 26,9
milyon Dolar iken, bir yıl sonra 92,5 milyon Dolar olmuş ve bugün 187 milyon
Dolar olmuştur.[34]
Gürcistan özellikle ikinci
Çeçenistan Savaşından sonra Rusya’nın askeri ve siyasi baskılarına maruz
kalmıştır. Çeçen militanların Gürcistan’ın Panki vadisinde toplandıklarını ve
Rusya’ya karşı buradan askeri operasyonlar düzenlendiğini iddia eden Rusya,
Panki vadisine askeri operasyon düzenlemek için Gürcistan’ı ikna etmek istemiş,
ancak başarılı olamadıktan sonra Gürcistan ile sınırlarında denetimi arttırmış
ve Gürcistan vatandaşlarına vize uygulamasını getirmiştir. Özellikle Panki
vadisi sorunu gündeme taşındığı zaman ABD bu konuda Gürcistan’ı siyasi ve
askeri açıdan desteklemiş, Rusya’yı ciddi bir şekilde uyarmıştır. Bu
gelişmeleri takiben ABD askeri uzmanlarını Gürcistan’a göndermiş ve Rusya’ya
Gürcistan’ı yalnız bırakmayacağı mesajını vermiştir.
Özellikle 1994’de
Şevardnadze’nin ABD ziyaretinden sonra ABD-Gürcistan askeri işbirliği yeni bir
aşamaya girmiştir. ABD Gürcistan ordusunun kurulması için çok ciddi mali
yardımlarda bulunmaktadır.ABD Yabancı Askeri Finansman ve Uluslararası Askeri
Eğitim ve Talim projesi çerçevesinde Gürcistan’ın askeri araçları satın
alabilmesine kolaylık sağlanmıştır.[35]
Ayrıca bu proje kapsamında 1997 yılından itibaren 140 Gürcü subayı eğitilmiş ve
1997-1999 yılları arasında Gürcistan2a yaklaşık 17,5 milyon Dolar yardım
yapılmıştır. Gürcistan 1994 yılından itibaren
NATO’nun ‘Barış İçin İşbirliği’ Programına katılmaktadır. Bu çerçevede
Gürcü askerler NATO’nun düzenlediği yaklaşık 100 tatbikat, eğitim ve uygulama
toplantılarına katılmıştır.[36]
ABD’nin Gürcistan ile askeri işbirliğinin bir boyutu da sınır güvenliğinin
korunması meselesidir. Bunun için ABD Gürcistan’a üç sahil güvenlik botu ve 23
milyon Dolar hibe etmiştir.
7.
ABD-Ermenistan İlişkileri
ABD 1991’de bağımsızlığının
hemen ardından Ermenistan’ı tanımış ve diplomatik ilişkiler kurmuştur. ABD’de
büyük Ermeni toplumunun bulunması nedeniyle Ermenistan ile ilişkileri diğer
Güney Kafkasya ülkelerinden farklı olmuştur. Bundan başka daha Sovyetler
Birliği’nin dağılmasından çok önce ABD ve Ermenistan arasında bazı ilişkiler
mevcut olmuştur. Nitekim daha 1970’li yılların başlarından itibaren Ermenilerin
ABD’ye göç etmelerine izin verilmişti. XIX. Yüzyılın sonu, XX. Yüzyılın
başlarından itibaren ve Sovyetler zamanı ABD’ye göç eden Ermeniler burada ciddi
bir şekilde örgütlenmiştir. Bağımsızlık sonrası ABD’nin Ermenistan politikasının oluşumunda Ermeni diasporasının
büyük önemi olduğunu söylemek mümkündür. Bunu ABD-Ermenistan ilişkilerinin ilk
dönemlerini incelediğimiz zaman
görebiliriz. Nitekim bağımsızlığının ilk yıllarında ABD Azerbaycan ve
Gürcistan ile diplomatik ilişkiler kurmasına rağmen bazı konularda kendisini
dışarıda tutmaya çalışmıştır. Ancak Ermenistan’ın siyasi, ekonomik ve mali
sorunları ile daha yakından ilgilenmiş, Ermeni diasporasının başarılı faaliyeti
sonucunda Ermenistan’a özel ilgi göstermiştir.
ABD mali ve ekonomik olarak
Ermenistan ile daha sıkı bir işbirliği içinde bulunsa da askeri ve siyasi
açıdan ilişkilerinde ciddi bir gelişme söz konusu değildir. ABD’nin mali açıdan
Ermenistan’ı desteklemesinin en önemli nedenlerinde biri de ABD Ermeni
diasporasının Kongre ve Senato’da yaptıkları lobi faaliyetleridir. Özellikle
Ermenistan’ın Türkiye ve Azerbaycan tarafından ekonomik ablukaya alındığını
iddia eden Ermeni diasporası 2002 yılı başlarına kadar ABD’nin Ermenistan’a 1
milyar 200 milyon Dolar mali yardım etmesini sağlamıştır ki bu açıdan
Ermenistan İsrail’den sonra ABD’den en çok yardım (kişi başına 350 Dolar) alan
ülke olmuştur. Bundan başka ABD Kafkasya ülkelerine mali yardım ederken Dağlık
Karabağ’ı ayrı bir birim olarak görmüş ve yardımda bulunmuştur ki bu durum Azerbaycan’ın
toprak bütünlüğünü tanıması hakkında görüşlerine ters düşmektedir.[37]
2003 yılında ABD Freedom Support Act programı
gereğince Ermenistan’a 93 milyon 750 bin Dolar, Karabağ’a ise 25 milyon Dolar
yardımda bulunmuştur.[38]
ABD-Türkiye ilişkilerinin
yaklaşık 200 yıllık tarihi geçmişi olmasına rağmen bugün ABD’de faaliyette
bulunan Ermeni teşkilatları belli bir ölçüde bu ilişkileri, özellikle de NATO
çerçevesinde askeri ilişkileri etkilemeye çalışmaktadır. ABD’deki Armenian
Assembly of America (AAA) ve Armenian National Comittee of America (ANCA)
teşkilatları geniş faaliyet alanına sahiptir. Bu teşkilatların lobi yaptığı
öncelikli konular arasında, Türkiye’ye silah satışını engellemek ve
Ermenistan’dan geçmeyecek olan Bakü-Tiflis Ceyhan petrol boru hattına Amerikan
yatırımlarını önlemek gibi faaliyetleri mevcuttur. NATO müttefiki olarak
Türkiye, ABD’den önemli ölçüde askeri yardım almaktadır. ANCA İnsani yardım
Koridoru Kanunu (Humanitarian Aid Corridor Act) gereğince Türkiye’ye ekonomik
ve askeri Amerikan yardımının durdurulması için çaba göstermektedir. Aynı
şekilde insan hakları ihlalinde silah satışlarını engelleyen çalışma tüzüğü
(Code of Counduct) düzenlenmesiyle Türkiye’ye silah satışlarının durdurulması talebini sürekli olarak kongreye
yapmış olduğu lobi çalışmaları sırasında vurgulamıştır.[39]
10 Ocak 2002 tarihinde
Ermenistan’da yapılan Ermenistan Cumhuriyetinin Güncel Sorunları adlı yuvarlak
masa toplasında Ermenistan Dışişleri Bakanı Vardan Oskanyan’ın ‘ABD’nin Ermenistan’a yerleşmesi hiçbir zaman
Rusya’nın varlığı ile mukayese edilemez ve onun yerini dolduramaz’ şeklinde
açıklama yapması ABD-Ermenistan arasındaki ilişkileri etkilememiştir. Bu
açıklamaya rağmen Ermenistan Barış için İşbirliği programı çerçevesinde NATO
ile ilişkilerine devam etmektedir. Ermenistan Savunma Bakan Yardımcısı Mikael
Melkonyan NATO-Ermenistan ilişkilerini değerlendirirken NATO ile işbirliği
içinde olduklarını ancak, Ermenistan’ın NATO’ya üye olmak istemediğini
vurgulamıştır.[40]
Ermenistan’ın bu tutumu karşısında bile ABD Ermenistan ile askeri işbirliğine
devam etmekte ve özel olarak askeri yardımlarda bulunmaktadır.
8.
Sonuç
ABD’nin Güney Kafkasya
politikasının temeli genelde bu cumhuriyetlerin Rusya’nın etki alanından
kurtulmasını sağlamak olmasına rağmen,
özelde bu devletlerin her birine karşı farklı açılardan yaklaşmakta ve değişik
politika üretmektedir. ABD 1990’lı yılların başlarından itibaren bölgede
ekonomik olarak yerleşmeye çalışmış, 1990’lı yılların sonlarına doğru ise
siyasi ve askeri varlığını güçlendirmeye çalışmıştır. ABD her ne kadar bölgede
güvenliğin sağlanmasına, etnik çatışmaların halledilmesine, kökten dinciliğin
karşısının alınmasına, demokrasi ve insan haklarının yerleşmesine çalışsa da
kendi çıkarları söz konusu olduğunda bütün bu ilkeleri göz ardı edebilmektedir.
Hazar havzasında enerji kaynaklarının büyük bir bölümünün kontrolünü elde eden
ABD bazı durumlarda Rusya’yı karşısına almak istememiştir. Azerbaycan’da
ekonomik, Gürcistan’da askeri ve siyasi ve Ermenistan’da ise siyasi ve ekonomik
üstünlüğünün devam etmesine çalışmıştır. Bölgesel sorunların halledilmesi
için fazla hevesli olmamış, Rusya’nın bu
konularda etkinliğini kabul etmiş gözükmektedir. Yaklaşık 15 yıldır devam eden
Azerbaycan-Ermenistan, Gürcistan-Abhazya ve Güney Osetya sorunlarının
halledilmesi için bazı girişimleri ve önerileri olsa da bu sorunların
halledilmesinde ciddi bir gelişme sağlanmamıştır. 1990’lı yılların başlarında
bölge devletleri üzerinde Türkiye’nin tarihi etkinliğini kabul eden ABD, bölge
devletleri için Türkiye devlet sistemi ve ekonomik modelini önermiş ve bazı
politikalarını Türkiye aracılığı ile hayata geçirmiştir. Ancak daha sonra
Türkiye’nin mali ve ekonomik kapasitesinin düşük olduğu anlaşılması üzerine
Türkiye’yi bertaraf etmeye çalışsa da zaman zaman Türkiye’nin desteğine ihtiyaç
duymaktadır.
ABD bölgede İran ve Rusya’nın
etkinliğinin arttırmasına, Hazar havzası enerji kaynaklarının kontrolünün bu
devletlerin eline geçmesine engel olmakla, hem kendi çıkarlarına hizmet etmiş,
hem de bölge devletlerinin siyasi ve ekonomik bağımsızlığını korumaya
çalışmıştır. ABD’nin Kafkasya politikasının bazı temel noktalarının yukarıda
eleştirilmesine rağmen, bölgeye yüksek teknolojinin gelmesine ve demokrasinin
temel prensiplerinin yerleşmesine yardımcı olduğu bir gerçektir. Uluslararası
sistem ile bütünleşmeye çalışan bölge devletleri bir çok alanlarda ABD ile
işbirliğine önem vermiş, ulusal be bölgesel güvenliğin sağlanmasında ABD’nin
gücünü ve imkanlarını kabul etmiştir. Bölgeye, demokrasi perdesinin arkasında
yerleşmeye çalışan ABD kendi çıkarları tehlikeye girmediği taktirde bölgede
yaşanan antidemokratik gelişmeler karşısında sessiz kalmayı tercih etmiştir.
Rusya’nın ekonomik, siyasi ve askeri gücünün yetersizliği ABD’nin bölgede
yerleşmesine kolaylık sağlamıştır. Muhtemelen ileriki yıllarda ABD Güney
Kafkasya’daki siyasi, ekonomik ve askeri varlığını daha da güçlendirmek
fırsatına sahip olacak ve bölgenin başat gücü olarak kendisini kanıtlayacaktır.
[1] 1920 yılına kadar
ABD’nin büyük petrol şirketi Standart Oil Azerbaycan petrollerinin en önemli
işleticilerinden biriydi. Azerbaycan-ABD siyasi ilişkilerinde ilk aşamayı,
1918’de kurulan bağımsız Azerbaycan Halk Cumhuriyeti’nin ABD ile geliştirdiği
ilişkiler oluşturmaktadır. 28 Mayıs
1919’da Alimerdan Bey Topçubaşov başkanlığındaki Azerbaycan heyeti, Pariste ABD
Başkanı W. Wilson ile görüşerek,
Azerbaycan’ın bağımsızlığının tanınması, ABD ile diplomatik ilişkilerin
kurulması konulara ilişkin Azerbaycan hükümetinin resmi mektuplarını ABD
Başkanına takdim etmiştir. 1919 yılı
boyunca ABD, Kafkasya’daki olaylara, özellikle Azerbaycan – Ermenistan sorununa
ilişkin ve bu devletlerle ilişki kurmaya yönelik çeşitli girişimlerde bulunmuş,
fakat Başkan Wilson’un bilinen Ermeni yanlısı tutumu ve ABD’nin bölgedeki Rus
devrim karşıtı generallerinin (Kolçak ve
diğerlerinin) çabalarının sonuçlarını
bekleme politikası nedeniyle ilişkiler Azerbaycan’ın arzuladığı düzeye
erişmemiştir. Bkz: Araz Aslanlı, ‘ABD’de Adaletsizliye Verilen Ara: 907 Sayılı
Ek Maddenin Uygulamasının Durdurulması’, Stratejik Analiz, Cilt 2, Sayı 21,
Ocak 2002, s.56.
[2] Emre Bayır ve Araz
Aslanlı, ‘Tehdit Merkezli Bir Dış Politika: İran’ın Azerbaycan Politikası’, Stratejik
Analiz, Cilt 2, Sayı 18, Ekim 2001, s. 51.
[3] Hatem Cabbarlı,
‘Geçmişten Günümüze Ermenistan’da Azerbaycan Türkleri’, Ermeni Araştırmaları
dergisi, Aralık 2001-Ocak-Şubat 2002, Sayı: 4, Ankara, ss. 122-147.
[4] Zakir Avşar,
‘Kafkasya-Rusya Federasyonu ve Türkiye’, Yeni Türkiye, Sayı:16,
Temmuz-Ağustos 1997, s. 1882.
[5] Elena Urazova, Tendençii Razvitiya
Ekonomiçeskogo Sotrudniçestva Turçii s Postsovetskimi Tyurkskimi Gosudarstvami,
Daha geniş bilgi için bkz. http://www.ca-c.org/online/2001/journal_rus/cac-05/14.urazru.shtml
[6] Urazova, Tendençii Razvitiya
Ekonomiçeskogo Sotrudniçestva…,
[8] Ariel Koen, ‘SŞA,
Stranı Çentralnoy Azii i Kavkaza: Problemı i Prespektivı Vzaimootnoşenii’, Daha
geniş bilgi için bkz: http://www.ca-c.org/online/2000/journal_ruscac08_2000/05.kohen.shtml
[9] E.V. Mitiyeva,
Razvitie Situaçii v Kaspiyskom Regione i İnteresı SŞA, Daha geniş bilgi için
bkz: http://iskran.iip.net/russ/mag/mitiyeva3.html
[10] E. Polukhov,
‘Contract of the Centry: The Problem in a Historical Retrospective’, Caucasian
Regional Studies, Cilt: 2, No:1, 1997, s. 18.
[20] Şenol Kantarcı, ABD’de
Ermeni Toplumu ve Türkiye’ye Yönelik Lobi Faaliyetleri, Yayımlanmamış doktora
tezi, Atatürk Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı,
Erzurum 2003. s. 168.
[25] Araz Aslanlı,
Azerbaycan-İran Hazar Denizi Krizi ve Son Durum. 13.08. 2001. http://www.avsam.org/
turkce/gunlukyorumlar/Azerbaycan-yran_Hazar_Krizi.pdf
[26] İgor Muradyan,
Politika SŞA i Problemı Bezopasnosti Regiona Yujnogo Kavkaza, Daha geniş bilgi
için bkz: http://news.artsakhworld.com/igor_muradian/usa1.1.html
[27] Daha geniş bilgi için bkz. http://www.ozgurpolitika.org/2001/08/24/hab45.html
[29] Kamil Ağacan,
‘Bağımsızlığının 10. Yılında Gürcistan: ABD’nin Kafkasya’daki kalesi mi?’, Stratejik
Analiz, Cilt 1, Sayı 11, Mart 2001,
s. 36.
[31] Miles Pomper,
‘Georgia presents challenges to Bush administration’, The Houston Chronicle, 14
Ocak 2001.
[37] Daha
geniş bilgi için bkz: http://www.azg.am/_TR/20021009/2002100904.shtml
&month=01&year=2003&id=7203
[40] Lilit Grigoryan,
‘Armeniya ne Sobiraetsa Vstupat v NATO’, Daha geniş bilgi için bkz: http://www.panarmenian.net/news/rus/headlines/?task=archive&day=13&month=11&year=2002&id=6731
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder